15 Şubat 2010 Pazartesi

Keneret















her zaman yaptığım gibi yine bi tarafımdan uydurduğum kelimeleri googleda aratırken güzel bi yer buldum. kelime "keneret"ti. ibraniceymiş bu kelime. ingilizcede galilee, türkçede ise celile demek. "Antik Filistin'in kuzey bölgesi. Şeria (Ürdün) Nehri'nin batısında kalır. Modern İsrail'in kuzeyindedir. İsrail topraklarının üçte birine tekabül eder. Yukarı Celile, Aşağı Celile ve Batı Celile olmak üzere üç bölgeye ayrılır."

ayrıca kenereti görsel arattığımda da baya sulu fotoğraf çıktı. keneret gölü de varmış. hatta diğer isimleri; Taberiye Gölü, Celile Denizi, Celile Gölü ya da Kinneret Gölü "İsrail'de bulunan bir göldür. Lübnan'dan gelen Litani Nehri tarafından beslenmektedir. İsrail'in su ihtiyacı büyük oranda bu gölden karşılanmaktadır. Yaklaşık 53 km kıyıya sahip ve karşılıklı uzak noktalarından 21 km / 13 km genişlikteki İsrail'in en büyük tatlı su gölü. Haritalarda deniz seviyesinden 209 metre aşağıda gösterilen gölün yüzeyi, Lut Gölünden sonra dünyanın en alçak II. noktası ve aynı zamanda dünya üzerinde en derinde bulunan tatlı su gölüdür."
yine boşluk hissi, yine o soğukluk, yine yokluk ve uzaklık...
her şey uzak
ben istemediğim halde, en az benim istediğim kadar!

4 Şubat 2010 Perşembe

Viyolonsel ve Ben


















viyolonsel ve ben
bir çiftin hikayesi .
henüz başlamamış olandan,
hiç bitmeyecek olana giden bir film şeridi.

Filmin iki oyuncusu;
viyolonsel , ben
ve
ben , viyolonsel...

Bir oyunun karmaşası.
Ara mesafedeki uzaklık ve yakınlık çıkmazı.

Perde arkasındaki tutku,
Tutkunun perdeye direnişi,
Direnişin perdeye tutkusu...

Var oluşla yok oluşun,
tutkuyla direnişin,
netlikle bulanıklığın mücadelesi.

Hiç bitmeyecek olandan,
henüz başlamamış olana giden bir film şeridi...


Anıl ERASLAN

1 Şubat 2010 Pazartesi

kayanherbiryıldıziçinyalnızcabirdilekttumben

günden güne çürüyor gökyüzü bahçem.
ve bir taraftan kaybolan yıldızlar... kimileri ara ara var, çoğu zaman yoklar...
ve git gide kararan bu gökyüzü...
unutuyorum artık gülümsemek için gökyüzüne bakmayı. çünkü baktığım an aradığımı görememe korkusu yerleşti içime. gülümsemek hayal oluyor gökyüzüne. her yeni gün ya birisi daha kayarsa korkusu...
incecik bir iple asmışım meğer her birini gökyüzüne.

ve yavaş yavaş yaşlı bir ağaç altında, sakin bir gölge ilişiyor gözüme. rahat gözüken ama bi o kadar da güneşten uzak, serin ve yalnız...

Gölgeydi Aslında Yaşadığım Alan

paranoya paranoya demiştim ya geçenlerde. işte ben biliyordum demeden olmaz...
birilerinden nefret ettiğim aşikar. elimden geldiği kadar uğraştım sevebilmek için. beni bu denli yok sayacak insanları nasıl sevebilirim ki? ve hala anlamıyorum neden bu denli benim yargılandığımı? hırsızın hiç mi suçu yok pekiyi? insanlar için oturduğu yerden konuşmak ne kadar da kolay oysa. gülüyorum sadece diye bi yerlerden problem uyduruyor, şımarıyor gibi mi görünüyorum ki? bilakis hiç şımartıldığımı bilmem ben. umursamadığın birini ne kadar şımartabilirsin ki?

oysa ben iki şey arasında gölgedeydim hep. rahat gözüken ama bi o kadar da güneşten uzak, serin ve yalnız...

ne bilirler ki sorsan hakkımda. bir anı? belki küçük bir an?.. hepsi bir yana bir fotoğraf belki?.. işte her şey bir yana gitmek üzere yaşanılıyor dünyamın bu tarafında. geriye bırakılacak, hiç olacak 20+x yıl var önümde... yeni bir denklem x yıl sonunda belli olacak ve eşiti yalnızca ∞ olacak! daha ne kadar inanabilirim? ne kadar tutabilirim bu büyük umudu içimde? böyle bu korkuyla geçen 20 yıl... ve geçecek x yıl daha...

aynı acı, aynı hüsran ve hiç yaşanmamışçasına devam etmek zorunda olan bu yaşam...

Günebakan















İşte ben, hala o mükemmel yazı bekleyen;
kusursuz günebakan.
toprakla iç içeyken bile güneşle göz göze...
yüzüm her daim gökyüzüyle barışık olacak!