22 Aralık 2009 Salı

Böyleyken Böyle... (v2)

efendim bayadır viyolonsel çalmak istiyorum bilen bilir. neyse kafama göre abuk subuk çalıyordum ben. bu gün yaptığım her şeyin yanlış olduğunu öğrendim. yıkıldım açıkcası... sadece bir saatlik bir çalışmaydı ama canıma yetti. arşeyi düzgün tutucam diye ben yamuldum. evet evet yamuldum. baya bildiğin şaftım falan kaydı. neymiş efendim o baş parmak bana yakışıyor muymuş? o serçe parmak neden estetik değilmiş? neden dik oturamıyormuşum? bişiler bişiler... of pof... "gelemem arkadaşım ben böyle şeylere!" demeyi tabi ne kadar çok isterdim ama demedim. neticede ne zorluklarla aldım ben İsis'i. naz yapıcak elbette. yoracak elbette... neyse efendim bu bilekle diresiğimin arasında kalan kol bölmemin çok ağrıdığı gerçeğini değiştirmez tabi ki. alışırız heralde... anlaşacağız zamanla :}

19 Aralık 2009 Cumartesi

Serap mıymış?

Güneş batınca fark ettim
Bütün hayallerim caddeye uzanmış
Tüm doğru bildiklerim asfalta akmış
Hepsi serapmış

Birileri var önümde gerimde
Hep yanımda yüreğimde
Kalabalığın içinde dışında
Her yerde yalnızlığımda

Karaya oturmuş eski bir gemide
Gölgesinden sıkılmış söğütte
Baktığım her yerde her aynada
Mutluluktan sürülmüş
Sanki yasaklanmış biri var

Ellerinden içilmiş şarapta
Gözlerinden okunmuş şiirde
Baktığım her yerde her aynada
Mutluluktan sürülmüş
Sanki yasaklanmış biri var

Güneş batınca fark ettim
Bütün hayatım caddeye uzanmış
Yolun tam yarısında asfalta akmış
Her şey serapmış

Birileri var önümde gerimde
Hep yanımda yüreğimde
Kalabalığın içinde dışında
Her yerde yalnızlığımda

Karaya oturmuş eski bir gemide
Gölgesinden sıkılmış söğütte
Baktığım her yerde her aynada
Mutluluktan sürülmüş
Sanki yasaklanmış biri var

Ellerinden içilmiş şarapta
Gözlerinden okunmuş şiirde
Baktığım her yerde her aynada
Mutluluktan sürülmüş
Sanki yasaklanmış biri var

Şebnem FERAH - Serapmış (Benim Adım Orman)

17 Aralık 2009 Perşembe

Böyleyken Böyle...

bugün başımdan geçen bir değil bir çok olaydan biraz kesit anlatacağım
maalesef bugün benim o lanet laboratuvarımdan vardı.
neyse efendim bilinmeyen çözeltimi aldım. analiz edeceğim yavaş yavaş. başladım hevesle. tam bitmeye yakın iken santrifüj santirifürüj ya da santrüfüj her ne zıkkımsa işte o cihazın içinde iken tüpüm kırılmaz mı? aman tanrım tekrar baştan başladım. sonra yine bitmeye yakın iken. biri çözeltimi yanlışlıkla dökmüş. ufak ufak kızdım ama hadi dedim neyse. sonra 3. kez başladım analize. tabi lab boşalmış olmaya yakındı. bi kaç tane benim gibi tüpü kırılan insanlar vardı sadece. acele etmem gerektiğini anlayıp, artık koşturuyordum. derken gencin biriyle çarpıştım ve tüpüm elimden kaydı. aman tanrıma! aman aman!.. sonra tabi ki hocamız duruma şaşırıp kaldı. sonra bi ara verelim madem, yarım saat sonra işi bitmeyenler gelsin dedi. yegane gelen öğrenci ben idim. koca labda bir başıma. bütün cihazları kendim kullanabilme şerefine de nail olmuş oldum ayrıca bu güzel bişey tabi ki :)) neyse efendim ben mırıldanmaya başlamış idim, derken aman tanrım! o da nesi? yan odadaki araştırma görevlilerinden biri açmış son ses yeni albümü dinliyordu. ahh yüce tanrım dedim kulunu memnun etmeyi nasıl da biliyorsun :)) şebo eşliğinde 4. kez başlamış olduğum analizi başarı ile bitirdim.
Sonuç: bulunması gereken 3 maddeden 2 tanesini bulabildiğim için hoca suratıma bakıp yayvan bir gülümse ile nikel yok deyip hemen peşine 47 diye ekledi. çok da başarı ile bitirmemişim aslına bakılırsa :)
neyse efendim nazarlara geliyorum yeminle. cam mam tüp müp de kırıldı zaten ama olsun şebnem iyi gitti bence. güzeldi. güzel...

1 Aralık 2009 Salı

Welcome December



















wake me up when December ends, when everywhere is full of snow, when new year comes..
I'm waiting new year hopefully...

Adını Sen Koy Bu Duygunun

müptezel insanların dünyasından, ya da müptezel dünyanın insanlarından oluşuyor şu "yaşam" diye tasvir eylediğim safsata...

her yeni gün yeni bir abeslikle iştikal milyonlarca insan gelip geçiyor "yaşam"larımızdan...
bazen de fazlaca bağlanıyoruz şu müptezel dünyaya. insanlar var, eşyalar var, anlar var, akabinde anılar var, vazgeçemeyeceğimiz ne çok şey var...
insan bi an durup, en sonunda bir gün yok (yokluk aslında başlangıç olabilir evet!) olacağını düşününce, yaptıkları bir anda nasıl da haysiyetsizleşebiliyor gözünde... ama o his geçince nasıl da yayılıyoruz yer yüzüne, hiç bitmeyecekmiş gibi sanki...

böyle işte "yaşam" dediğim safsata... bi bakmışın çok umursuyorum, bi bakmışın kasımpaşa moduna bağlıyorum :}

27 Kasım 2009 Cuma

Gidin Gelin Bayrama Can Verin!

yine bir bayram sendromu...
enerji içeceklerini hazırda bekletiyoruz. kurban bayramını, ramazana nazaran daha az seviyorum, zira 4 günden oluşuyo kendileri. ayrıca makinalardan taşan yağlı bulaşıklar da cabası. hiç gitmeyen et kokusunu unutmuyorum tabi ki. bir de gelip de gitmeyen "misafir" diye hitap ettiğimiz, aslında evin bir ferdi gibi günlerce bizle kalan insanlar yok mu? evet onlar işte. hepsinin canı cehenneme...
tam da iyi bayramlar diyecektim. yerseniz yani... :}
ana fikir: gidin gelin bayrama can verin :P
el yalayın, harçlık sömürün, olmadı çikolata komasına girin, fakirleri doyurun, likör içmeyin, et yemekten baygınlık geçirin... vs.vs.vs...

26 Kasım 2009 Perşembe

Uçuyoruz Ne Güzel...















tutup balonumun ipinden, onunla gezmek isterim...
rengarenk balonumun mavi-yeşil renkleri hep bana gülüyor...
tutup balonumun ipinden, onunla uçmak isterim...

24 Kasım 2009 Salı

Gününüzü Anlatan Şarkı Sözü veya Kesitleri (v1573)

yollarla düşsem, şehri terk etsem,
bağları çözsem, hiç düşünmeden.

derdimi satsam, mutluluk alsam,
bir rahat olsam, hiç yorulmasam...

22 Kasım 2009 Pazar

hayatın ne kadar adil ya da ne kadar kolay olduğunu söyleyen birini gören oldu mu?
-ben göremedim hiç.
-gören varsa da tanışmak isterim...

20 Kasım 2009 Cuma

yineaynışarkıyısöylesankiağlargibikendine...

sanki bir şeyler eksik hayatında
dur ve dinlen n’olursun ah bir defa
yerinde olsaydım beni dinlerdim
ama sen duymadın

duraksız bir yarış seninki
ne başı var ne sonu belli
uğraşırken kazanmak için
sormadın hiç neden niye

ve hayat sana dokununca
her şey nasıl da değişti
dönüp bakınca gördün birden

sanki bir şeyler eksik hayatında
dur ve dinlen n’olursun ah bir defa
yerinde sayarsın kaçıp gitsen de
her şey içinde

sevdiğin her şey bir yük olmuş
karşı koymak bile yetmiyor
yine aynı şarkıyı söyle
sanki ağlar gibi kendine

Mor Ve Ötesi - Eksik/(Gül Kendine)

Bye Bye Happiness!

yazasım var blog! içimi dökesim var. ama ne faydası var?
ne değişiyor ki?
sonsuz huzuru arıyorum ben. bitip tükenmeyen bir şey. yorulsam da bıksam da bitmesin istiyorum.
çok şey istiyorum...
bizi yaratan var, peki O'nu yaratan? diyorum bazen. sonra "yok öyle bir şey!" deyip kapatıyorum konuyu.
bazen ben Tanrı olsaydım... diyorum. neler neler yapardım ki?
ama sonuç; iyi ki O var ve ben Tanrı değilim. kendimi bile memnun edemezken böyle salak insanlarla uğraşmak istemezdim ki. gerek görmezdim bir kere. bir "ben"i dünyaya göndermezdim. balık yaratırdım ben hep. barbunyaya benzeyen bir sürü kırmızı balık. insandan daha akıllı bir şey bence o :) ama intihar etmeye kalktığı için şimdi ki gibi o zaman da çok üzülürdüm. hem o zaman bir sürü olurlardı. o zaman barbunya, benim o güzel küçük kırmızı balığım olma özelliğini kaybeder miydi? peki Tanrı biz intiharı düşününce üzülüyor mu? ya da çok olduğumuz için özel değil miyiz O'nun gözünde? (Gözünde dedim ama..?) O'ndan uzaklaşıyor muyum? Aramızdaki o bağa noluyor? Neden artık yakın hissedemiyorum. Nerden geldi bu sert rüzgarlar? Neden bu soğukluk?
bu kadar yakınlığın içinde nasıl uzak kalabiliyorum O'ndan?
bu insanlar nefret ettiriyolar kendilerinden.
yüzlerine bakınca görmem gereken bir Tanrı varken, ben, iğreniyorum hepsinden!
...
bitmeliydi bence, burda, bu yazı, artık.

?

peki ne olacak böyle?
hep böyle ruhsuz, huzursuz ve nefret ederek mi bakacağız yüzlerine?

12 Kasım 2009 Perşembe

Yin & Yang

gelecek güzel bir pazartesinin haberini aldım. zamanın dolu dolu geçmesi anlık da olsa huzur dolduruyor içimi. hayatımdaki insan boşluğunu böyle doldurduğumu farkettim. ne kadar başarılı olduğum da yüzümden okunuyordur zaten. asma bi suratla dolanıyorum. sadece yüzüme gülene yarım bir gülümsemeyle tepki verebiliyorum. bu kadar.. ya da çevredeki tüm bakışlara rağmen içimden geldiği gibi bir kahkaha atıyorum... kocaman... ama sahte ne yazık ki...
kaçsak da değişmiyor saçma olan şu düzen. düzensizlik içindeki o saçma düzen.
temeli doğru atılmamış bu binanın üzerine ne inşa etsem içimdeki anlık huzur zamanla yerini derin huzursuzluğa bırakıyor. en ufak bir zelzeleyle yerle bir olacağı başından belli ki bu yapının. ama yine de üzerini doldurmak anlık huzura sebep oluyor derinlerde işte. bu kadar basit..
yarım mutluluklara sahip oluyorum yeni doğan bir güne. yarım yarım yaşıyorum yarısı benim olan bu yaşamı... diğer yarımın bir ölüden farkı yoktu zaten. şu an burdaki benden çok önce kaybettik onu. intihar etmiş olmalı.. ya da bir cinayete kurban gitmiş de olabilir ki bunlar değiştirmiyor çoktan ölmüş olmasını. onun ağırlığı yoruyor hayatta kalan bu diğer yarımı.
evet Yin ve Yang'ın hayat bulmuş haliyim ben. kaybettiğim yarım taşıyor zıddımı. Yin saklıyor içinde ölü kalan bu diğer yarımı. Yang ile bakıyorum geleceğe... ama içimde saklı bir Yin var. Gündüz olmadan gece, sıcak olmadan soğuk, kış olmadan yaz olmayacağı gibi...
bu değişmeyecek bir düzen...

9 Kasım 2009 Pazartesi

Mondays

"Depresyon geliyorum demez!"
günün korku veren tek özlü sözü. öyle yani. keyfim yerinde. yine yıllarımı verip arayıp bulamadığım başka bir şarkıyı daha buldum. bugün. evet bugün. güzel bir gün... öyle yani... zamanla alışırım bence belki ben de. özlemişim şu duyguyu. dinlerken farkettim... ilk dinlediğimde hissetiklerimi hissetmedim ama. durum farklı artık. zaman farklı, yollar farklı, hayat farklı, insanlar farklı.. en güzeli pazartesiler farklı...

1 Kasım 2009 Pazar

Sweet November (!)

veee kasım gelir!
ben "sweet november" diyemeyeceğim ama. fazla beklenti fazla hayal kırıklığına yol açıyormuş...
insanlardan beklentilerim azdı zaten. artık yok olma noktasına geldi geliyor... onun yerine saksıdaki bitkinin çiçek açması, küçük kırmızı balığın günden güne büyümesi ya da mızıkadan çıkan o abuk subuk sesler beni mutlu kılabiliyor hala. önemseyebildiğim duygusundan kopmadığımı farkediyorum. ama önemsenebildiğim duygusunda hala eksiklikler var...
neyse aydilge hatunun yeni albümünden bi şarkı sözü kesitiyle bitireyim madem;

küçük bir renk bulur muydum karanlıka?
çok uğraşsam uçar mıydım bulutlardan?
yağmur yağsam, rüzgar olsam, yıldızlardan kaçsam...
yağmur yağsam, rüzgar olsam, yıldızlarda kaybolsam...

30 Ekim 2009 Cuma

29 Ekim...


"Cumhuriyetin 86. yılında tehlikenin farkında mısınız?" demişler. resimlerimi karıştırırken rastladım bugün; yukarıdaki ne kadar güzel bi çalışma öyle değil mi? yapanın eline sağlık. güzel anlatmış durumu. tebrikler ettim kendisine :}

Bu güzel cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK, cumhuriyetin onuncu yıl kutlamalarının yapıldığı gün, Onuncu Yıl Nutku'nda, "en büyük bayram" demiş ya, diyecek başka bir şey yok. kutlu olsun! bol kutlamalı olsun!..

23 Ekim 2009 Cuma

Eksik Bir Şey Mi Var?

en son 25 eylül diyor. ohooo 25 ekim yaklaştı. ayrı düştük blog :} bir ay oldu nerden baksan. çok bir şey değişmedi sanki hayatımda ama canımı çok sıkan bi durum var; bi yerden uzaklaşmak demek sadece fiziksel oluyormuş. insan sorunlarından uzaklaşamıyor, sevgi ya da nefretten de uzaklaşamıyormuş... sadece göz görmüyormuş. bu kadar! bunu çok iyi anladım bu sefer.
mutlu olacağımı sanırdım ama bayadır huzursuzum. sebepsiz hem de, belki de vardır da bilmek istemiyorumdur. bu da olabilir bence belki sanırsam falan filan işte...

25 Eylül 2009 Cuma

Zehirle Pişen Aşın Yan Etkisini Yaşıyor Bünyem

kısmen yaşıyorum evet. yarısı benim bu yaşamın, diğer yarısı onların.korkuyorum ve çok huzursuzum... nefes aldıkça daralıyor içim. sonsuza kadar kussam da kurtulamayacak gibi hissediyorum içimdeki bu duygudan. sıkıntı ve korku karışımı bir şey bu. ve bu sefer gerçekten mahvediyor beni...
tüm çabalarım boşuna gitmesin n'olur. hep inandım ileriye. hep uğraştım. ama bu sefer önüme koyulan set tüm çabalarımı boşa çıkartabilir. küçük küçük ipleri birbirine bağlayarak geldim buraya kadar. ne yazık ki o ipler çok zayıftı. bir gün kopacağı başından belliydi ama onun yakın olması canımı çok acıtıyor.
tek sana inancım kaldı yaşadıklarım içinde.
çok korkuyorum. tanrım lütfen bir şeyler yap!..

20 Eylül 2009 Pazar

Çikolataları Siz Yiyin, Şekerleri Misafirlere Verin! :}



şeker gibi bir bayram olsun. bu ülkenin her günü şeker gibi, bayram gibi olsun...




eskiden erkenden kalkar bayramlıklarımızı giyer, koşardık kapı kapı dolanıp şeker toplamaya :} şimdi farkediyorum da misafir gelmesine bile tahammül edemiyoruz bazen. evet büyüdük!(!) ve bu yüzden "nerde o eski bayramlaaar?" diyip duruyoruz sürekli. büyüdükçe unuttuk çünkü ya da unutulduk.
şu süslü püslü, bazen bomboş, abuk subuk mesajlar var ya. onlardan sandığım bi mesaj vardı; "çocukken güzeldir bayramlar... çok güzeldir de bayramlar. en çok çocukken... hep başa dökülen kolonya, bir süre sonra avuç içine dökülmeye başlarsa, çocukluğun bittiği anlaşılır... ama hep güzeldir bayramlar... barışmak için, hatırlamak için, gitmek için, gelmek için fırsattır. iyi bayramlar..." diyordu mesajda. fazla söze ne hacet!
iyi bayramlar!

Bu Benim Yazma Özgürlüğüm. Özgürüm(!)

pek sevmem aslında gündemmiş, siyasetmiş, olaylarmış, bilmem nelermiş bu konularda konuşmayı. elimden geldiği kadar takip etmeye çalışıyorum ama o ayrı. mesela gece gündüz hükümete sayan insanlar var. gereksiz! savunmuyorum elbette ama yermek anlamsız geliyor bana. çünkü bu gitse kim gelicek? şu anki siyaset adamlarından kaç tanesi gerçekten türk halkını düşünüp bir şeyler yapıyor?
konuşmuyordum evet ama sıkıldım artık. içimi dökme ihtiyacı hissettim. son zamanlar baya açılıyoruz türk halkı olarak. "fazla açılma boğulursun" derler hep, ama şimdilik kulak arkası ediyoruz biz bunu. başlarda çok anlamamıştım. kızmıyordum. bir gün haberleri izlerken adamın biri konuşma yapıyor mecliste. anlamıyorum... ordaki pek çok insan da anlamıyor bana göre. boş bakıyolar. televizyonu izleyen pek çok insan da anlamıyor... çünkü adam önce kürtçe başlıyor konuşmaya. resmi dilin Türkçe olduğu bu ülkede kürtçeyle başlıyor bu adam konuşmaya. mecliste kürtçe konuşuyor. bu da yetmez gibi Türkçe'den önce konuşuyor. sonra, az sonra öğreniyorum ki abdullah öcalan (büyük harf bilerek kullanmadım, evet!) denen adama haber gönderiyolar-hiç gündemden haberi yokmuş gibi sanki (!) haber gönderiyolar, evet!-kardeşiyle görüşmesini Türkçe yapmasına gerek yokmuş. kürtçe görüşüyor adam kardeşiyle. elbette kürtçe olacak. resmi lisan yaptık ya kürtçeyi onun da hakkı var. herkesten çok. seve seve kullanacak dilini adam.(!)
bu açılım hiç hoş olmadı. bilakis ben Türk-kürt ayrımına karşıyken. bu açılım beni düşman etti hepsine. yazdıkça sinirleniyorum, farkındayım! o yüzden uzatmayacağım daha fazla. belki silerim bile bu yazıyı ilerde. son demek istediğim şey var. insanoğlu doyumsuz biliyoruz. kürtçe kanal dedik önce. sonra kürtçe resmi lisan olsun dedik. kürtçe olan bir eğitim istemiyorum! kim bilir belki fakültemde 'kürt dili ve edebiyatı bölümü' bile görürüm :P 'kürtolog'lar çıkar başımıza :P :)) abartıyor muyum ki? keşke bu ülkede tek abartan ben olsam.

gelelim diğer gündem konusuna. C.G. :} 197 gün nasıl saklanmış? aklım ermiyor benim. 17 yaşındaymış. hı hı külahıma anlatın onu siz. bu ülkede ne kadar çok dolap dönüyor. görünen haberlerin altındaki detayları yakalayamıyorum ben. sansürlüyorlar hep. 17 yaşında demişlerdi dimi? kemik yaşı da 17ydi. evet evet kaçtı? 4,5-5 yıl mı olacaktı tahminen cezası? mümkündür. tabi cezaevinde sağsalim yaşarsa-korunmazsa 197 gün saklanabildiği gibi- 4,5-5 yıl sonunda tahliye olacak. neyse bunları herkes biliyor zaten. benim bilmek istediğim; bu haber merkezlerine neler oluyor? tamam günlerce gündem yaparsın buna bir şey demiyorum. adamı bi anda Türkiye için çok önemli bi yere getirmek de nedir? "Cem Garipoğlu'nun cezaevinde ilk günü nasıl geçti? ilk kez bilmem ne ana haberde. Cem Garipoğlu cezaevinde neler yiyip içti?" bu ne lan, bu ne? nasıl bi haber bu? evet, yine çok sinirlendim ben! ara verdim hatta şu an yazıya.

tekrar döndüm ve son olarak sansür mevzusuna gelelim. myspace ve lastfm. büyük bir kitleye hitap eden iki büyük site. bu sefer konu ne Atatürk, ne de müstehcenlik. iki sitenin de ortak noktası 'müzik'. gerekçe henüz nedir bilinmiyor. bayramdan sonra göreceğiz hep beraber.

sonra sıra facebooka gelir zaten. sonra son dönemlerde tutulan twittera gelir. ve tabi ki bloga. çok değil yakın zamanda bloglar da engellenir. neden mi? ben yukarda kürt açılımı ile ilgili atıp tutmuşum, herkes de rahat rahat yapar onu. izin mi verirler? okuyucu yorumları yüzünden kapanan haber siteleri bile varken, blog neden engellenmesin ki? hem de baya tutuluyor blog yani... ülkenin birinde olmuş geçenlerde zaten. adamın biri blogunda yazmış hükümetiyle olan sıkıntısını. 3 yıl hapis vermişler. korktum. susuyorum artık, evet!

ayrıca kabul ediyorum, gaza geldim! yazdıkça sinirlendim çünkü. içimde kalmıştı hepsi, dışıma saldım. rahatladım...

15 Eylül 2009 Salı

Hayallerin Peşinde

insan hayal etmekten neden vazgeçiyor? ben de böyle mi olacağım çok büyüyünce? realistlik realistlik diyip duruyoruz ya. bence hiç de güzel bir şey değil o pek sevgili büyüklerim, büyük düşünenlerim. yere göre sığdıramadığınız realistliğinizle baş başa bırakıyorum hepinizi.
hayal etmek keşfetmektir derlermiş, doğru mu? ben doğru olduğunu düşünüyorum. hayal edersin, onun için emek harcarsın, zaman harcarsın, ararsın, araştırırsın. sonuç olarak keşiftir bu bana göre. hiç olmadı insan kendi sınırlarını keşfeder. oturduğun yerden bakarsan duruma elbette ki imkansızdır her şey. çabalamadığın sürece ne kadar ilerleyebileceğini göremezsin ki. kendi sınırlarını bulacak ki insan ona göre kavrayacak hayal mi, değil mi?
bu aralar öyle heyecanlıyım ki anlatamam. içim içime sığmıyor. insan hayal edince ne kadar da çok heyecanlanıyormuş, yeni yeni keşfediyorum ben. :} hayal ettikçe seviyorum bu dünyayı. çünkü beni heyecanlandıracak şeyler var hala bu yeryüzünde bunun bilincine varıyorum gittikçe.
babam ve oğlum'da dikkat çekici bi replik var; "insan büyüyünce hayalleri küçülür mü?" diye. bunu bi aratın bakalım sonuç ne olacak. ben denedim herkes 'kesinlikle küçülür' demiş. korktum... oysa ben zaman geçtikçe daha büyük hayallerim olduğunu düşünüyordum. sınırlarımı ne kadar zorlayabileceğimi görmeye başlamıştım tam da. ya da şu var; ben bu dünyada gittikçe küçülüyorum...

pekiyi, o zaman aklıma takılan bu büyük sorunun cevabını arıyorum kendimde;
'hayaller hep yanlarında hayal kırıklıklarıyla mı dolaşırlar?'
ben de istemem ki hayal kırıklığı koleksiyonu yapmayı...

14 Eylül 2009 Pazartesi

Can We Move To Italy?













bir gün bu fotoğrafın bi parçası olabilir miyim ki? çok merak ediyorum doğrusu. ölmeden en çok görmek istediğim yer İtalya. hayatımda bir kez yurt dışına çıkabilecek olsam sanırım burası italya olur. bi de Kanada'lara uçup gitcem tabi, böyle Montreal taraflarına. baya uzaklara... :}
hep uzakları hayal ediyorum ya, bu kadar uzak olur mu ki? lütfen olsun, lütfen, lütfen!
benim görmediğim halde sempati duyduğum şeyler var mesela. şehirler, insanlar falan... İtalya da görmeden sempati duyduğum ülke... :} ve tabi ki Julia FORDHAM'ın İtaly şarkısı. bu şarkıyı daha önce hiç dinlememiştim ama büyük sempatim vardı. sanırım sözlerinden kaynaklı bi sempati bu. işte ben de iki-üç yıllık bitmek tükenmek bilmeyen arayış sırasında dün gece buldum. artık nirvanaya ulaştım sanırım :} ayrıca kesinlikle katılıyorum, hiç gitmeyecek olunsa bile bu şarkının hatrına gitmek ister insan İtalya'ya. :}




















Can we move to Italy
I will take a boat and meet you there
Can we move to Italy
I will put fresh flowers in my hair
Can we move to Italy
I have been traveling
With my face pressed against
The windscreen of my dusty car
Trying to be where you are
Can we move to Italy
I will take a house and make it home
Can we move to Italy
We can dance in Venice
Kiss in Rome
Can we move to Italy
Meet me by the church up high on the hill
Please say you will
Way above the shore below
Down in portafino
I've got my ticket
And my purple rosary
I know my mission
I'm set for Italy
Italy
Watch the sun come up
The sun go down
Italy
Punch the air
Kiss the ground
Italy
Dance in Venice
Kiss in Rome
Italy
Take a little house
Make it home
Can we move to Italy
I will take a boat and meet you there
Can we move to italy
I will put fresh flowers in my hair
Can we move to Italy
chorus

11 Eylül 2009 Cuma

İstanbul'da...


bulutlar gökyüzünde hep karanlık bu aralar, gökyüzü kasvetli.
içim gibi...
yağmur başladı tekrar..
sonbahara hazırlanıyor bu şehir, sonunda.

Mutlusuzluk

katolik kilisesinin katı kurallarına rağmen gizli bir protestanı oynuyor gibiyim bu yaşam biçime inadına. afaroz edilip diri diri yakılmak için ağzımdan çıkacak en ufak bir kelime, davranışımda en ufak bir terslik bekleniyor. ve tüm bunlar yüzünden bu kalabalıkta tekil hayatın sahibi zavallı bir kadın olarak kalıyorum.
korkuyorum bazen. sonucunu bilmediğim her şey korkutuyor. içim içimi yiyor bazı zamanlar. çoğu zaman, bana layık görülen bu yaşamın üstesinden gelemeyeceğimi düşünüyorum. bazen böylesine ağır yükü kaldıracak halimin kalmadığı aklıma geliyor. ve hep O'na koşuyorum. kalbim kırık. gücüm yok. al kalbimi. arındır onu, onar onu!
sapasağlam geri versin istiyorum bazen de. ya da hiç bir şey yapmasın. sadece alsın. O'nda kalsın istiyorum. ve en kötü yerinde bırakayım bu yaşamı. 'yaşadığın gibi biter yaşam' derler ya. işte öyle bitsin. gerekirse en kötü yerinde...

ne zaman mutlu olsam, ne zaman biraz neşe görsek; hemen ardından tüm bu mutlulukla doğru orantılı acılarla savaşıyor zavallı kalbim. bu kırıklarını toplayıp yeniden kalp yapmalı puzzle gittikçe zorlaşıyor. her parça yeniden küçük parçalara ayrılıyor. gittikçe zaman alıyor bu oyun. yorulduk biz fazlasıyla. ruhum haddinden fazla yaşlandı, kalbim ise ziyadesiyle zayıf, ziyadesiyle güçsüz.
çok zaman istiyor artık bu tamirat.
ara verebilsek keşke bunalınca biz bu yaşamaya çalışma saçmalığına...

10 Eylül 2009 Perşembe

'İçin Rahat Olsun' Ne Demek?

biyolojik bir acı kimseyi öldürmez değil mi? kimyasında acı olmaya görsün adamın. geçer elbet her şey ama içerdeki geçmiyor maalesef. zamanla öldürüyor insanı. işkenceler içinde... zamanla... kandırsak da herkesi -en başta kendimizi- geçmiyor o acı işte. işlemişse bir kez kimyaya, hiç bir etki etmiyor insana. hele ki birikmişse bazı şeyler içlerde bi yerlerde, somut bir duman olsa tüm bu duygular zehirlemez mi her nefes alışta içine çeken insanları?
'için rahat olsun' ne demek? ben hiç bilmiyorum. çok duydum ama yaşamadım hiç. anlamını idrak edemiyorum hala daha...
özledim blog ben seni. sensiz olmuyor artık. yeniden merhaba :}

4 Eylül 2009 Cuma

...

ruhumun almış olduğu ağır hasarlar dolayısıyla bir süreliğine
TADİLATTAYIZ!..

3 Eylül 2009 Perşembe

Gönlümüze İşleyen Sesler (v1)


yaşı yaşımdan, yaşadıkları yaşadıklarımdan kat kat büyük bir kadın, tanrıça...
ve bu hayat beni o kadar yordu ki, sesinin derinliklerine sakladım tüm huzuru, beni yeryüzünden gökyüzüne taşı lori, yıldızlarla tanıştır beni...




'sesine tüm anlamlar yüklenmiş bir enstrumanın dili; herdilmiş' aslında bunu öğretiyor loreena mckennitt bizlere :) tüm dünyayı dolaşarak müziğine yerel sesler katıyor-mükemmel karışımlarımların aşçısı da diyebiliriz-ve yaklaşık 22 yıllık kariyerine hala devam ediyor.

"17 şubat 1957 tarihinde Kanada’nın, Manitoba eyaletinde dünyaya gelmiştir. 1981 yılında, hala yaşamakta olduğu, Kanada’nın Ontario eyaletinin Stratford şehrine taşındı. Kanada Stratford Festivali’nde, TheTempest (1982)’ ten, The Merchant Of Venice (2001)’e kadar, bir çok sahne yapımında rol aldı, şarkı söyledi, müzik besteledi."















ilk olarak loreenna mckennitt'e yer vermek istedim. çünkü dinlemediğim zamanlarda ruhumun bu kadar özlediği başka bir isim yok benim için. hatta Allah uzun ömürler versin, çok özlediğim zamanlarda rüyalarıma teşrif eder loriciğim ve uzun uzun olmasa da oturup karşılıklı sohbet ederiz :) tüm duygularımı sanki enstrumanların sesine yüklüyor ve inanılmaz bi rahatlığa kavuştuyor beni. hele ki loricimi canlı izleyebilme şansına nail olabilmişseniz ne mutlu size :) çünkü o sahne performansına, o tatlı gülümsemesine hayran olduğum bu kadın; hem şarkı söyleyip hem dans edip hem enstruman çalabildiğini ve buna rağmen ne sesinde ne de performansında en ufak bir düşüş olmadığını gördüğünüzde eminim ki yaşının 53 olduğunu tahmin edemezsiniz benim gibi :)

Son albümü 'An Ancient Muse'la dünya turuna çıkıp yolu Türkiye topraklarından geçen loreena'nın ülkemizde de pek bir hayran kitlesi olduğunu biz de Bursa'da biletlerin erken bitişinden anlamıştık :)) ayrıca yeni albümü için 'Kâtibim' şarkısının müziğini yeniden düzenleyen loricimin, 'Caravanserai (Kervansaray)' ve 'The Gates of Istanbul (İstanbul'un Kapıları)' şarkılarıyla ve kullandığı türk esntrumanlarıyla (ud, kemane, tef, zilli tef, kanun, klasik kemençe, darbuka[arap enstrumanı aslında bizde daha yaygın sanırım]) türk müzikseverlerin gönlüne hitap ediyor.

Diskografi:

Elemental (1985)
To Drive The Cold Winter Away (1987)
Parallel Dreams (1987)
The Visit (1991)
The Mask And Mirror (1994)
A Winter Garden: Five Songs For The Season (1995)
The Book Of Secrets (1997)
Live In Paris And Toronto (1999)
An Ancient Muse (2006)
Nights from the Alhambra(2007)
A Moveable Musical Feast (2008)
A Midwinter Night’s Dream (2008)

ayrıca web sitesini türkçe de ziyaret edebilirsiniz.
buyrun: http://www.quinlanroad.com/

2 Eylül 2009 Çarşamba

Kapanan Seboistnet Olsun :}


( bu ve bi altındaki yazıyı müziği durdurup, kalanlarında ise müziği açıp okumanızı tavsiye ederim ev sahibesi olarak :} )



seboistnete yer vermezsem olmazdı bence :)
bilindiği gibi seboistnet.com 10 yıllık yayın hayatına 01 eylül 2009 tarihinde son verdi. seboistnetin kapanmasıyla bende de görüldüğü gibi bi kaç insan bloglara yöneldik yine yeni yeniden. kürkçü dükkanı hesabı mı desem, ne desem bilemedim ki? :}
mesela bir alttaki 'şey'. ırrmm 'yazımsı'? yok yok olmadı. 'şiirimsi'? yok yok şiire büyük hakaret olur bu. 'saçmalık'? ı ıh derinlerinde bişeyler var yine de.
'kafiyeli sözcüklerle oluşturulmuş, alt alta cümlelerin sıralanmasıyla oluşmuş şiir görünümlü yazımsı' sanırım gerçek tanım bu olur. işte bu tanımdaki yazılara seboistnette "seboistnet kafiyeyi sevenler derneği"nde rastlayabilirdiniz en çok. hoş oraya daha önce hiç yazmadım orası da ayrı bir durumdur :D:D

neyse efendim demem odur ki; bir kapı kapanııır, yenisi açılır :))
blog şarkımla bitireyim :)
yeahh, yeaah God is great,
yeaah, yeah God is good...
what if God was one of us?..
beni takip etmeye devam edin anacım :**

Biraz da Gülelim Biz Bari :)

ne kadar uğraşsam da çözemedim ben şu hali
bir yanım hep gülse, diğer yanım melankoli
uğraştım durdum bu külfetle ben epeyli
pelesenk oldu dilime "anlayın artık beni ey ahali!"

şansım açık gidiyor bu aralar epey bi
yazıp-çiziyorum, sanırım oldum ben bi talihli
hatmedin siz şimdi bu blogu tecvitli talimli
esasen ben istemiştim bu saçmalık olsun bi rubai

veronica hatun der ki; evde mi kaldık biz şimdi?
ölmeden görecek miyiz o günleri pek çok talipli?
gelsin artık birisi, olsun isterim maarifli
sonunda olacak mıyız biriyle salih'li?

1 Eylül 2009 Salı

Anlamlandıramadıklarımızdan mısınız?

anlamlandıramadığım onca şey varmış onu farkettim
mesela bize neden bunca misafir geldiğini ya da geldiklerinde neden gitmek bilmediklerini anlamlandıramıyorum.
ne zaman arabanın hangi tarafına oturursam oturayım güneşin beni bulmasını anlamdıramıyorum (bir de o kadar yol hesabı yapıyorum batıya gideceksek öğle vaktinde güneş sağda mıdır, solda mı?)
bi adamın kendi kişisel zevkleri sırasında kazayla oluşturduğu ben'in üzerinde bir spermden fazla hak iddia etmesini anlamlandıramıyorum
şebnem ferahın 2-3 yılda bir albüm çıkarırken, nerden baksan 4,5 senedir albüm çıkaramamasını anlamdıramıyorum.
insanların neden sürekli kadın-erkek ayrımı yaptığını, siyah-beyaz yahut türk-kürt ayrımını anlamlandıramıyorum.
dizinin ya da filmin en heyecanlı yerinde reklama girmesini anlamdıramıyorum
insanların durup dururken tüm sinirini başkasından çıkarmasını anlamdıramıyorum
yaşamın hep güzel şeyleri getireceğine inanıp sürekli bir külfet içinde yaşayıp hala umut etmeyi anlamlandıramıyorum
....
devamı gelicek ;)

31 Ağustos 2009 Pazartesi

Temproray Peace

bu anlamsız diktatörlüğün içinde yaşamak bu kadar zorken, insan yine de tutunacak şeyler bulabiliyor bu yaşama :) ne de olsa burası karnaval alanı değil mi? eğlence başta da gelse muhakkak olan olaylar vardır, yorgunluk vardır. hiç göremeyecek olsak bile-bu yaşamda-tatlı bir huzur vardır.
şu üç günlük dünya diyoruz ya, işte o üç günlük dünyada ondokuz yıllık bir külfetle uğraşıyorum.
hep güneşin doğuşunu bekliyorum. sancılı bir bekleyişin ardından tüm gökyüzü önce laciverte, sonra aydınlığa bırakıyor tüm karanlığını. ya peki sonrası?.. bi bekleyiş daha boşuna. çünkü saat ilerdikçe güneş yakıyor tüm bedenimi... tümüyle geçici huzuru yaşıyorum her bekleyişte.
bu tabloda, zamanın derinliklerinden kahkahalar, soğuk bir fırtına ile sürükleniyor kaybedilenler listesine...
ve geçici huzur...
yeni gün doğumunu beklerken...
belki tan ağarırken, o sessiz sahne hala bozulmadan, bir hayale ulaşabiliriz. belki uykuya dalarız sonsuza doğru. belki tüm bu olanlar bir rüya olur ve uyanırız, dalgalar tüm kötülükleri yıkarken...

Veronica Ölmek İstiyor


Kitabin Adi : Veronica ölmek Istiyor
Kitabin Yazari : Paulo Coelho
Yayin Evi : Can Yayinlari
Basim Yili : 2001

Beni Coelho'ya hayran bırakan kitaptır veronica ölmek istiyor. biraz irdeleyecek olursak; genç, güzel, sağlıklı, başarılı ve çevresindekiler tarafından da sevilen bir kadındır veronica. fakat tüm bunlar bir insanın yaşama sebebi olamıyor maalesef.
ne için yaşadığını bilememek, yaş aldıkça acı çekmek ve sadece yaşlanıp ölmekse bu monoton geçen hayat, yaşamanın ne anlamı vardır ki?
ve içtiği dört kutu hapla ölüme doğru uzanır yatağına, gözlerini açtığında kendini bir akıl hastanesinde bulur. ölmeyi bile beceremediği için üzülürken, doktoru ona aldığı ilaçların etkisi yüzünden kalbinin bir haftadan fazla dayanamayacağını söyler. ve o bi yandan ölümü beklerken bir yandan içinde başka veronicalar olduğunu ve hayata yavaş yavaş tutunmaya başladıklarını görür. oysa ki ölmeyi ne kadar da çok istiyordu veronica.
ve son 24 saatinin kaldığını öğrendiğinde doktorundan 2 istekte bulunur.
1.si "Bana öyle bir ilaç verin ki uykum gelmesin ve yaşamımın geri kalanının her anını yaşayabileyim. çok yorgunum, ama uyumak istemiyorum. yapacağım çok şey var, hayatın sonsuza dek süreceğine sandığım günlerde hep ertelediğim şeyler bunlar, sonra, hayatın yaşanmaya değmeyeceğine inanmaya başladığımda da unuttuğum"
2.si ise"Buradan çıkmak, dışarıda ölmek istiyorum.... mantosuz sokağa çıkıp karda yürümek istiyorum, çok üşümenin nasıl bir duygu olduğunu öğreneyim, değil mi? hayatım boyunca hep sıkı sıkı giyinmişm, soğuk alma korkusuyla.... yüzümde yağmuru hissedeyim, hoşuma giden bir erkeğe gülümseyeyim, bir kahve ısmarlamak isteyen herkesin önerisini kabul edeyim istiyorum. sonra annemi öpmek, ona sevdiğimi söylemek, duygularımı açık etmeye utanmaksızın dizinin dibinde ağlamak... duygular hep vardı, ama hep gizlenmek zorundaydı... kendimi bir erkeğe gerçekten vermek istiyorum, sonrada yaşadığım kente, hayata ve en son da ölüme..."

Veronica ölümle burun buruna geldiği anda, hayatın gerçek anlamının ne olduğunu farkeder; aslında hiç yaşamadığını, sadece yaşıyormuş gibi yaptığını görür. kitabın bundan sonrasında ve özellikle sonunda ise olaylar hiç beklenmedik bir şekilde devam ediyor...

Belki de ölümle hiç yüz yüze gelmediği için yaşamını sorgulamamış olan bizlere, bize sadece bir kere verilen bir şansı nasıl boş yere harcadığımızı gösteren bir romandır veronica ölmek istiyor...

Yine, Yeni, Yeniden

4 rakamını hiç sevmezdim zaten ama hayatımda büyük bir yere sahip olduğunu yavaş yavaş görüyorum. 4 rakamı benim için hep son olmuştur. tıpkı bu blogum gibi.
4. blog denemem olur kendileri :) her birinde de sıkılıp bırakmışımdır :) umarım gerçekten son denemem olur. güzel bir son olur :)
kelime karnavalı dedim çünkü her kelime ayrı şeyler anlatıyor bize. her biri farklı farklı duyulara, duygulara hitap ediyor. konuşurken birbiriyle aynı ya da zıt o kadar çok kelimeyi yan yana anıyoruz ki. hepsi hep bir aradalar. tıpkı karnaval gibi!
elbette ki eksikler olacaktır.
amacım yazdıkça rahatlamak. çünkü yazma isteği insana gelmeye görsün :) içini kemiriyor sanki :) ayrıca insanların yazdıkça yazabildiklerinden çok okudukça yazabildiklerine inanıyorum :)
eee ne de olsa okur olmadan yazar olamıyoruz :)
güzel bir son olması dileğiyle...