9 Aralık 2010 Perşembe

Şimdi Ölmek İstemem

Yüzme bilmeden,
Daha deniz görmeden,
Hiç güneşte yanmadan..
Şimdi ölmek istemem bir kalbi sarmadan,
Aşkı tatmadan daha,
Onla sarhoş olmadan,
Hiç sevişmeden daha..
Şimdi ölmek istemem daha hiç gülmeden,
Çoban yıldızı...

Sen benle kal, çoban yıldızı
Hep benle kal..
Zamanın varsa

Ben hiç kimsem olmadan,
Tepeden tırnağa ona hiç sarılmadan,
Şimdi ölmek istemem kalbine dokunmadan,
Hadi al götür beni hala benimmişler gibi,
Evime yurduma
Taze meyve tatları yağmurlarında,
Çoban yıldızı...

Sen benle kal, çoban yıldızı
Zamanın varsa, biraz daha

Teoman / Çoban Yıldızı

6 Aralık 2010 Pazartesi

Bu Dalgakıranda













...
dalgakıranlardaki banklarda çıkardı ayakkabılarını. "Bak!" dedi "köprü ışıkları siliyorlar yıldızları, kazıyınca yaldızlarını altlarındaki demir paslı.
ateşe vermeli onları ama her yerde yangın çıkışları."

"herkes" dedi "merak içinde ölümden sonra hayat var mı? diye"
boşuna düşünürler sanki hayat varmış gibi ölümden önce.

aslında derdim; çok gençsin daha "20’yim" dedi "ama ruhum 1000 yaşında"
"kayalar kesti ayaklarımı yine de bir şeyler hissetmek güzel hala bu dalgakıranda tek başıma..."

Teoman / Fahişe

4 Aralık 2010 Cumartesi

hiçlik

hiçlik blog,
hiç bir zaman, hiç bir kimse...

2 Aralık 2010 Perşembe

...

sevgili blog, şiddetli ve kısmi ağrılarımın kaynağını geçtiğimiz günlerde doktora giderek öğrendim bu genç yaşta migren denen lanete bulaşmışım ne yazık ki.
bulantılar, ağrılardan uyuyamama, gözümü bile yerinden söküp çıkarma isteği...
ve işin ilginç kısmı ise doktorun yazdığı ilaçların içinden ağrı kesici beklerken, 5475245 tane antidepresan çıkması.

Bir Çağ Yangını Bu Bütün...

o yandı, benim içim yandı ondan daha çok.


30 Kasım 2010 Salı

Wikileaks

çok heyecanlı ve aksiyon dolu bir filmi izler gibiyiz.
bir internet sitesi,bir dünya ülke ve 250 binin üzerinde belge
ve ilerleyecek olan kaos :)

6 Kasım 2010 Cumartesi

Nana na nanna

My name Isobel, married to myself
My love Isobel, living by herself

23 Ekim 2010 Cumartesi

no money & no time

"boşa harcayacak bir saniye dahi yok!" kafası
bitme hiç!

8 Ekim 2010 Cuma

benabartmıyorumciddenburadaişlerböyle

istanbul kraliyet tiyatrosu "deniz altında altı tahammülfersa" adlı oyunla bu akşam balıkesirde.
e onlar gelir de biz gitmez miyiz? dedim ama gidemiyoruz ne yazık ki. geldikleri yer "balıkesir lisesi tiyatro salonu" düşünün artık ne kadar küçük bir mekan olduğunu. ve yine ne yazık ki ben bu etkinliğin afişini ancak dün görebildim. sonuç: elbette bilet kalmamış.


işin garibi de bilet almaya gittiğimde bilet satıcısıyla aramızda geçen muhabbet. mesleğimi sordu, öğrenci olduğumu öğrendiğinde ise hayretler içerisinde kaldı. neden dedim. "ilk defa bir üniversite öğrencisi gelip bilet sordu ve gördüğüm kadarıyla bilet bulamadığınıza gerçekten üzüldünüz. şaşırmam sizce de normal değil mi?" dedi. yorumsuz kaldım. ne yazık ki balıkesirde üniversite gençliği böyle. bunu övünmek için falan yazmadım elbette. gerçekten ne kadar üzüldüğümü belirtmek için yazdım. sanat adına bir şeyler yapılıyorsa buna en çok destek vermesi gereken gençler olmalı. sanat insanların 30-40 yaşlarından sonra hobi haline getirebileceği bir şey olmaktan çıkmalı. balıkesir gibi küçük bir yerde ufak tefek etkinliklere katılım büyük olursa ancak bu şehirde sanat adına iyi bir şeyler olabilir. hakeza bu küçük bir etkinlik de değil. ne yazık ki yaşım bana tüm bunları söyleyebilme hakkını vermiyor ama burası benim günlüğüm olduğu için içim rahat. sadece "etkinlik istiyoruz, burası köyden farksız!" diyen gençliğin hiç bir etkinlikte boy göstermemesi kanıma dokunuyor.

çok şükür yine de hiç yok değil. bazen abarttığım kadar da vasat değil çok şükür etkinlikler bakımından bu şehir. yalnız bilgilendirme adına bir şeyler yapılmalı. afişleri bu kadar geç asmasalar belki bi nebze daha iyi bir sonuç alınacak. misal bugün bilet ararken yolda bir yerde Hasan AYCIN'ın "çizgizar" adlı sergisinin afişini gördüm. "balıkesir devlet güzel sanatlar galerisi" daha önce böyle bi yerin varlığından haberim dahi yoktu. neyse araya araya buldum çok yazık ki kapalıydı. hem de en işlek olunabilecek saatte galerinin kapalı olması insanı oldukça şaşırtıyor doğrusu.

oradan da hüzünle ayrılmışken tesadüfen bir iş hanı içerisinde camdan yansıyan bi kaç fotoğraf gördüm. neymiş diyerek içeri girdim. yüce tanrım o da nesi? bana bir teselli ödülü olsa gerek diyerek girdim mekana ve gayet haz aldım fotoğraf sergisinden. böyle şeylerin var olması insana gerçekten bu şehirde yaşamak konusunda teselli veriyor. oradan ayrılmış ve tekrar yola koyulmuşken bir hafta sonra başlayacak "ahilik günleri" etkinliği afişi gördüm.
"ohh! thanks god!" hala yaşıyoruz ve yaşayacak sebepler var :)

29 Eylül 2010 Çarşamba

Akustik Bi Başka Güzel...

















biraz geç kaldım yorumlamak için, ama ancak vakit bulabildim.
neyse efendim 25 eylül akşamı çok keyifli bir konsere daha tanık olduk. sevgili şebo ve arkadaşları güzel bir müzik ziyafeti çektirdi bize. şebnemin kılık kıyafetine değinmeyeceğim. yoruldum artık. kadife kıyafetin üzerindeki tüylü şeyden sarkan jiletlerin abesliği mesela, hiç hiç değinmeyeceğim buna.
müzikal açıdan değerlendirmek istiyorum. konserin başlarında davul biraz yordu bizi açıkcası ilk 7 şarkıda davul fazla yüksekti ve yaylıları tamamen örtüyordu. neyse ki şebnem hanım 7. şarkıdan sonra duruma el attı da rahatladık :)
delgeç, iyi gün dostlarım, fırtına, sigara, perdeler en beğendiğim parçalar içerisindeler.
şebnem bu şarkıların akustik versiyonlarını harika yapmış. dinledikçe dinleyesi geliyor insanın, bilhassa delgeç ve fırtına bambaşka.
yalnız benim hoşuma gitmeyen bir şey vardı konser boyunca bazı şarkıların enstrumantal olan kısımlarını çok iyi çevirilmiş olsa da şebnemin her şarkıda sesinin yüksekliği tam ayarlanmamıştı. bu en çok artık kısa cümleler kuruyorumda farkediliyordu. şebnem nakarata girerken biraz daha bağırmayarak girse sanki akustiğe daha uygun olurdu diye düşündüm ben tamamen.
bu aşk fazla sanaya saksafon ne kadar da güzel yakışmış.
ayrıca konserde piyano biraz fazla geri planda kaldı sanki. en azından sigara şarkısındaki yan flüt solosu tadında ufak minicik bir solo atılsaydı da ben de burdayım deseydi piyano canlı bir şekilde.
ve tabi ki borusan quartet!
zaten diyecek bir şey yok üstadlara. yine muhteşemlerdi.

son olarak tüm şebnem ferah ekibi ve konuk müzisyenler sayesinde çok keyifli bir konser geçirdik. mekanın harbiye olması zaten ayrı bir güzellik.
yanımızda sevdiğimiz insanlar, kulağımızda güzel sesler...
daha ne ister ki insan keyifli olmak için..
günümü ve gecemi güzel geçiren dostlarıma da ayrıca teşekkürler :**

24 Eylül 2010 Cuma

Şebnem Ferah - Unplugged























yarın akşam şebnemden ziyade yaylı çalgılar dörlüsü "borusan quartet"ı izliyor olacağım tamamen :)
kuyruklu piyano,
çello,
keman,
viyola,
yan flüt,
saksafon,
klarnet,
gitarlar,
ve şebnem...
daha ne istenir ki?

21 Eylül 2010 Salı

...and and she locked herself into her own
(she lost the key)

Mary and Max






















şiddetle tavsiye edilesi animasyon film...

Zor Bir Gündü...

Sık, sık,sık biraz daha dişini
Biraz daha sık
Zor günler elbet bitecek
Belki ömrün görmeye yetmeyecek

Zor bir gündü;
Dünüm gibi, yarınım gibi
Yorgun argın döndüm evime
Mecburum sevmesem de

Oysa tek bir hayat, tek bir amaç,
Sadece bir tek doğru yok
Tek bir sonuç, tek bir çözüm,
Sadece bir tek doğru yok

Zor günler...

Oysa tek bir hayat, tek bir amaç,
Sadece bir tek doğru yok.

Zor günler...

Rashit / Zor Günler

90+?

büyük bir atak yapıp bu mağlubiyeti galibiyete dönüştürmek için yalnızca 2 yıl var önümde ve yine kaçırdığım onca boşa geçen yaşam için kayıp zaman istiyorum tanrıdan

14 Eylül 2010 Salı

Hiç Susmasın Fadolar!

karanlığın içinde simsiyah elbisesiyle göremediğim bir fadista var. dolduruyor tüm gecemi eşsiz sesiyle. simsiyah saçları bile karışmış tamemen geceye. sadece yüzünü hissediyorum duyduğum sesle şekillendirerek. hiç bilmediğim bir dilde hissediyorum bahsettiği tüm kederini. kader diyor, keder diyor en güzel haliyle. hüzünden ziyade sakinlik veriyor ruhuma onunla besledikçe.
fado, kederin en sevimli hali.
amalia, fadonun en güzel sesi...

Yaşasın Alışveriş!






















görünce ağzım açık kaldı. "tam benlik" standartlarına fazlasıyla uygun :}
heyecanla beklemekteyim.
10 güne kadar gelir mi ki?
gelse ya.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Gümüş Madalya













siz yine de çok iyiydiniz gençler!
tebrikler :}

evet diyen cemaatçi, hayır diyen darbecidir bu ülkede arkadaşım (!)

din ve devlet meseleleri konusunda konuşmayı sevmedim hiç bir zaman. ama öyle dönemler geliyor ki tutamıyor insan dilini.
re-fe-ran-dum! lanet gelsin! okuma yazması olmayan, neye evet neye hayır dediğini bilmeyen zihniyetle nasıl bir sonuç bekliyorduk ki?
evet diyen sağcılar, hayır diyenler solcular. sağcılar inançlı, solcular dinsiz. o halde tümevarım yapalım; evet diyenler inanan insanlar hayır diyenler dinsizler. bu açıklamayı yapan adamlarla aynı anayasa değişikliği için oy kullandık biz bugün.
evet diyen cemaatçi, hayır diyen darbecidir kafasıyla oy kullandık tamamen. referandum kafasından ziyade siyasi parti seçimine döndürdük işi. chp hayır diyor o halde hayır! erdoğanın yaptığı işlere her zaman destek veririm evet! adam ebemizi belledikten sonra da 'ohh evet!' diyeceğiz zaten biz.
bugün bu ülkenin askerleri sayesinde karşımda rahat rahat bana fetva veren adamlarla 'bu devletin askerinin allah belasını versin. hepsinin canı cehenneme' diyen adamlarla aynı anayasayı oyladık biz bugün. aklının %0.048ini kullandığını düşündüğüm insanlar oy kullandı bugün. nasıl bir sonuç bekliyorduk ki?
siz ancak evet diyenlere hakaret edin. 'hayırın başkanı oy kullanamadı' diyor gerizekalı. hayırın başkanı nedir? yaşasın partizanlık kafası!
siz hala her seferinde ampul deyin bilmem ne deyin. siz hala her seferinde şeriat geliyor deyin.
durun bi dinlenin şimdi. yakında erken seçim olur. o zaman da bi tarafında patlasın ampul, ampul kafalı deyin. sandığa gömeceğiz seni deyin. atın tutun!
sonra dünya kupası der unutursunuz derdinizi tasanızı ne de olsa.
ve en sonunda her zamanki gibi atamıza sığınalım hep beraber. günah çıkartalım.
bu ülke boktan kurtulmayı istemedi ki hiç bir zaman şimdi istesin. hayırlısı mı oldu? umarım öyle olmuştur.

neyzen tevfik diyor ya;
türk milleti gariptir, her lafı kaldırmaz; ibne dersin kızar da sikersin aldırmaz

5 Eylül 2010 Pazar

Zirveyi Terk Etmek En Zor Olanı

eskiden böyle boş ve tek odaklı değildi. şimdi konu bile yok ortada. cümleler durgunlaştı, kelimeler kifayetsiz kaldı.
belki de bu saçma kaosta sadece olgunluğumu yitiriyorumdur yavaş yavaş çürümeye yüz tutarak.
sonuç, tam anlamıyla içe dönüş; şimdi ki yuvaya dönüşten ne farkı varsa?
daha dalındayken ağacın, tüm basamakları zar zor çıkıp, zirveden geri inmeye başlamaktı çürüyerek yitirmek tüm olgunluğu...

30 Ağustos 2010 Pazartesi

The Holly Lies

doldum durdukça.
...
rayına oturmayan yalanlar yüzünden zaten bu böyle.
üstü kapalı olmak zorundaydı çünkü.
gerçekler çoğu zaman bu kadar can yakmak zorunda mı o halde?
...

19 Ağustos 2010 Perşembe

orada olmak, suda boğulan balık olmaktan farksızdı her zaman. tüm denizi fersah fersah bilmeye rağmen yine de bir kaşık suda boğulacak kadar değerliydi göze alınan her ne ise... yüzmek benimle var olmuş iken, onların realiteleriyle batıyordum en derinlere...

ben seçmemiştim bu tuzlu ve azgın denizin dibinde dolanan zavallı balık olmayı... kendi topraklarında esir düşmüş hükümdarın hazin sonunu yaşıyordum kendi öz vatanımda. özgür olmak uğruna, ölümün yolunda...

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Güneşin hiç uğramadığı bu ara sokakta; düşündüm de...

saat 06:07. gündoğumunu izleyemeyeceğim kadar ufak bir parça gökyüzüyle beraberim binaların kapladığı bu ara sokakta... ama yine de seviyorum. bana biraz olsun İstanbul dedirtiyor bu daracık ve kocaman binalarla çevrili ara sokak. ve tabi ki tamamen kaldırım taşlarıyla döşenmiş bir yol.
pek uğramazdım açıkcası eskiden. benim için sadece 'barok müzik'in sokağıydı burası. şimdi ise içinde yaşadığım evin sokağı... her yerden çok seviyorum burayı. unutamayacağım yazın nadide parçalarından birisi ve aylar sonra benim için yine sadece 'barok müzik'in sokağı olacak olması acı olsa da beni her geçişimde gülümseteceğinden şüphem yok. aslında bunu derken başka ara sokaklar da aklıma geldi. keşke biraz daha büyük şehir olsaydı da her bir caddesine teker teker sığdırsaydım anıları. yığdırmasaydım üst üste...
burayı hiç sevmediğimi söylerdim ama bu yazıyı tekrar okurken öyle olmadığını görüyorum sanki. tam da ben başka bir şehirde hem de en çok istediğim şehirde yeni bir okul kazanmışken olmamalıydı bu...
ben seçimimi yaptım.
daha fazlasını bulmak umuduyla elimdekilerden olmayı göze alamıyorum...
hem kimse bana baki değilken, kimse için vazgeçemezdim alıştığım bu küçücük dünyadan...

Böyleyken Böyle... (Soulfly özel..)

aziz dostum,
ayrı kaldık ve uzun zaman oldu dertleşmeyeli.
benim hatam. zira insan gezenti olmaya görsün. önce dost ziyaretleri sonra keyfi meseleler...
en çok da kızdığım şey; en basitinden bir etkinlik için bile 10-15 kişiyi birden organize etmişken tüm hepsine 'tek' katılıyor olmak... insanların verdiği sözde durmamasını hep garipsedim. sonuç hep aynı iken hiç bir şeye katılmayacak adamların boşuna beni de heyecana sokmasının alemi nedir? ya da benim hala bunlardan ders almayıp inatla heyecanlanmama diyecek lafım kalmadı...

-ya sen tek nasıl gidiyorsun?
yapacak bir şey yok. teksem yaşamayayım mı yani?
işte tam da bu mantıkla başlamıştı geçen hafta sonu olan zeytinli yolculuğum. Üstadlar Türkiye'ye geliyordu çünkü... hem de Balıkesir'e; Zeytinli'ye. e onlar gelir de ben gitmez miydim? giderdim elbet. koşa koşa bile değil. uça uça...
vel-hasıl kelam, gittik işte... bir kaç insanla tanıştık. çıktık gezdik dağ bayır derken onların tanıştığı insanlarla tanıştık falan filan. saat kaçtı bilmem ama fest alanına geri dönünce öğrendiğim haber beni yıkmadı açıkcası. zira bu şanssız hatunun başına gelen olayla kimse karşılaşmamıştır heralde.. 4 gündür tıkırında giden festte son gün bombası: "tüm konserler iptal" -ya peki soulfly? saatlerce aklımı kurcaladı bu düşünce. bir tek onun çıkacağı haberi tamamen rahatlatmıştı beni. hoş çıkmasa bile eve dönüşüm öyle çok da hüzünlü olmayacaktı. çünkü en başından beri başıma gelen talihsizlikleri yok gözüyle görebilecek kadar iyi vakit geçirmiştim.

saatlerimiz 02:00yi göstermişti ve işte üstad max ve babalar sahnedeydi... benim için ayin tadında geçmişti konser. geçmişe dönmüştüm. çalan şarkılar olsun. soulfly'a ölüp bittiğim dönemler olsun.... max'in kareli kaprisi, yeşil gitarı ve o seyirciyi avucunun içine alan enerjisi... fakat umduklarını bulamadıklarını hissettim... zira bir sanatçının o konserden nasıl haz aldığını onlar sahnedeyken de çok rahat anlarsınız. onları ne oradaki kalabalık tatmin etmişti ne de kalabalığın enerjisi. bilinçli dinleyici denen kitleden uzaktı konser seyircisi ve yine de gırtlağımın bana izin verdiği sürece eşlik etmeye çalıştım max'e :) 1 saat süren ayin saat tam 3:00da bitmişti ama ben hala bitmemiştim :) doyamadım açıkcası. beni tatmin etmedi hiç bir şekilde. zaten eve döndükten sonra günlerce hunharca soulfly dinlemeye devam ettim. ve şunu da belirteyim ki ben öyle metal dinleyicisi falan değilim. Soulfly benim için dev bir 'klasik'tir sadece.
yeni albüm "omen"le Üstadlara dünya turunda iyi eğleneceler dilemekteyim.
tekrar görüşebilmek dileğiyle; yine yanında getirdiğin talihsizlikler ve büyük şanslar eşliğinde.... ;)

31 Temmuz 2010 Cumartesi

Re: Hiçbir Zaman Eskisi Gibi Olmaz!

Dünden az, yarından daha bi çok sevdiğim insanlara atfen...

18 Temmuz 2010 Pazar

Büyüdük Mü Ne?

sevgili blog,
bugün hayatım için büyük bi adım attım sayılırım.
artık daha küçük ve daha dikkatli adımlar atacağım.
zira topuklu ayakkabıya geçiş için ilk adımımı bugün atmış bulunmaktayım :)

6 Temmuz 2010 Salı

içimdeki o sönmek bilmeyen umudun ışığından aldım tüm gücümü. gidenler azaltırken şiddetini, yeni doğan güneş körükledi umudun ateşini.
bu cehenneme katlanıyorsam hala, sırf bu yüzden işte!

1 Temmuz 2010 Perşembe

ben bir kelebeğim












gökyüzünde hep tek, tek başıma...

28 Haziran 2010 Pazartesi

aslında O'nun beni hep koruduğunu düşünürdüm. bazen umutsuz olsam da hala o düşüncemi kaybetmedim. çok şükür.
ama işler her zaman bizim istediğimiz gibi gitmeyebiliyor işte. mühim olan yine en az hasarla atlatabilmek değil mi? pişman olmamı gerektiren hatalar yapmış olsam bile ne yazık ki hala "şundan çok pişmanım" diyemedim. aslında iyi bir şey mi, kötü mü? kestiremiyorum pek.
iyi; çünkü canın yanmıyor. rahatsın. çabuk atlatıyorsun.
kötü; çünkü içinde en ufak bir sızı yoksa bu onların tekrar edileceği anlamına gelebilir. ne yazık!
sadece biraz fazla şanssızlık bu. O, beni koruyor olsa da ben O'nun çizdiği sınırın dışına taşmaya çalışıyorum. haliyle şanssızlık bu.
kendimettimkendimbuldum'a çıkıyor sanki hepsi yine :}

LYS-2

bugün hayatımda geçirdiğim en ilginç sınavdı kesinlikle. zaten olay kapı girişinde başlıyor;
üzerimi arayan güvenlik görevlisi:
-kırmızı sana şans getirsin :)
dediği an bu gün değişik şeyler olacağını anlamalıydım. dün gece bir blogda bir şeyler okumuştum lys üzerine. hemen hemen aynıları başıma geldi desem :))

26 Haziran 2010 Cumartesi

*inanmadanyaşanmaz

çok mutlu yıllar dilerim. adım adım değil, koşarak hedefine gittiğin günler seni bekletmesin...

aldığım en güzel doğum günü dileği bu olsa gerek. :)

25 Haziran 2010 Cuma

Öyle Yani

ve gün itibariyle bübü nescafe sponsorluğundaki final dönemini başarı(sızlık) ile atlatmış bulunmakta...
ve bu gece rammstein amcalarım istanbulu inletirken ben bu lanet olasıca şehirde hala toplarlanmakla meşgul olacağım. neden mi? bu sınavkolik bünye lys denen belaya da musallat oldu.
ve saatler sonra bu lanet köhne ilde yeni bir yaşıma daha girmiş olacağım ve bu sefer hakikaten yalnız başıma.

Çelişkiler

efendim büş bu aralar saçmalamakta sınır tanımıyor. yorulmuyor, durmuyor, üzülmüyor, uyumuyor, acıkmıyor, hatta zorlarsak yaşamıyor bile. ne yaptığını bilmiyor. insanları gereksiz yere mutlu edip sonra tepetaklak ediyor, saçma sapan insanları sevip tepetaklak oluyor.
evet! büş bu aralar fena saçmalıyor!.. ne yaptığını bilmiyor. ne yapmak istemediğini de tam kestiremiyor. dışarı çıkmak istiyor ama artık yorulmak istemiyor. sınavlara girmek istemiyor ama hepsinden birden geçmek istiyor. yağmur yağsın istiyor ama ıslanmak istemiyor..
kısacası büş artık her şeyi birden sevmek istiyor ama canı yansın istemiyor...

18 Haziran 2010 Cuma

yeah!

it's my turn now!

13 Haziran 2010 Pazar

yok hayır ben zorlaştırmıyorum aslında. kendi kendine oluyor her bir şey. Tarifi çok zor aslında şu anlamsız halimin.
Taahhütttü belki kendi üzerime almış olduğum o günden sonra.
ve şu an tişörtümdeki yarısı çıkmış T harfi gibi yarım o da. uzaktan bakınca göze çok net çarpıyor. aynaya bakıp da kendimde gördüğümün aynısı o da. şimdi bu eksiği nasıl Telafi edeceğim kim bilir? ve nasıl Têyid edeceğim tüm bu hasarı? hepsi yarım, yarısı silinmiş T harfi gibi ve uzaktan bakınca çok net göze çarpıyor ve çok yoruyor uzaktan bakmaya çalışan gözlerimi.
aslında boyarsam diğer yarısını, elde eder miyim aynısını?

8 Haziran 2010 Salı

Yine De Keyifli...

balkona atarım kendimi
dolunay değiştir beni
öyle derine dalayım ki
kabarcıklar bile gözükmesin
derken bir yıldız kayar
tutsam bile elim yanar

ruhumu çeker medcezir
geri vermezse işime gelir
insan bazen kaybolmak ister
kendi kendine kalmayı özler
hayaller kurmayı sever
gerçekler bazen az gelir
bu dünya bazen dar gelir
bu hayat boş gelir

yine de keyifli bir gün
şu sıralar gökyüzünde bir yıldız dahi göremezken yarınım bugünümden güzel olmayacak!
biliyorum.

6 Haziran 2010 Pazar

Mahallenin Orta Yeri Sinema



efendim şirin balıkesir ilimizde pek şirin bi etkinlik gerçekleşti ve gün itibariyle bitmiş bulunan bi etkinlik. 1-6 haziran arası balıkesirde - sanırım 4.sü idi - BALIKESİR Sinema Amatörleri Derneği (SAMDER) tarafından sinema günleri gerçekleştirildi. 10 belgesel, 12 kısa metrajlı film ve 11 sinema filmini bizlerle buluşturdular. kısa filmler hariç gayet beğendiğim etkinliklerdi. özellikle "sanat filmleri" beni gerçekten çok memnun etti. mahalle gösterimlerine katılamamış olsam da en iyi etkinliğin onlar olduğunu düşünmekteyim.
sinema günleri kapsamında benim en çok merak ettiğim. büyük bi heyecanla gittiğim; kısa film gösterimlerine gelecek olursam; gerçekten hoş bulmadım. "flash tv" dizileri tadı aldırdı biraz bize. tanrım emeğe saygı bile gösterememekteyim bu konuda.

vel hasıl kelam balıkesir gibi bi yerde böyle bir etkinlik görmek gerçekten çok sevindiriciydi. en kötüsünün böyle olması dileğiyle :)

Asıl Şimdi Zor Bak!

nasıl zor şimdi tanışmak başka biriyle
yeniden kurmak, o devrilen cümleleri
anlatmak kendini, ilk kez anlatır gibi
dinlemek her şeyi; unutması zor olsun diye.
sevdiğim film hangisi?
en sevdiğim şarkı,şiir,şair,yazar,çizer,siler,bozar zamanın silgisi
silse yine iyi
tükenmiş bir kalem inadında kalır izi
sen boşversen boş vermez beni geri
nasıl zor şimdi...

asıl şimdi zor
asıl şimdi zor bak!
asıl şimdi zor...

5 Haziran 2010 Cumartesi

artık sadece geldiği gibi götürüp, gidenlerle ilgilenmiyorum.

2 Haziran 2010 Çarşamba

02/06/10

Ne yağmur var, ne de gözyaşı var bu akşam
Boşlukta asılı kaldı düşünceler ve duygular
Ta ki, bulana kadar seni, yeni sevgili
3!2!1!
Motor

yineaynışarkıyısöylesankiağlargibikendine... (v2)

külkedisinin günü çoktan doldu.
saat 12yi vuralı ne çok olmuş. ve üstelik camdan ayakkabısının diğer eşi ayağından çıktığı yerde kırılmış bile. hayalleri de o görkemli araba gibi balkabağına dönüşmüş çoktan.
ah be külkedisi! ne zaman, verdiğin değeri alıp; gördüğün değeri hakkıyla geri vereceksin? neyse ki bunu da en az hasarla atlatıyorsun. neydi o şarkı?

iyiler kazanır,
mutlu son başlar.
kollarım açılır,
sokağa fırlar.
kör bir ruh kaybolur,
iki göz bulur,
gözleri açılır,
Tanrı'yı anlar...

1 Haziran 2010 Salı

veronicadecidestohate

sevgiligünlüknoktabanatuhafbirşeyleroldunoktabunukendimedeğilonasöylemeyiöyleçokistiyorumnoktayardımetlütfenbananoktaveronica

ışığı görünce kaçan böcekler gibisin

25 Mayıs 2010 Salı

veronicadecidestolove

sevgiligünlüknoktabanatuhafbirşeyleroldunoktabunuonadeğilkendimesöylemeyebileçokkorkuyorumnoktayardımetlütfenbananoktaveronica

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Susuyorum, Duyuyor Musun?

tanrım, canım çok yanıcak biliyorum. biraz izin ver bana lütfen. al yorgunluğumu biraz olsun. geldiği gibi devam etsin her şey. uğramasın bana böyle derinden. tam tamına eksiğim işte bugün. yorgunum. "yokluk"un sancısını çekiyorum her bir hücremde.

kalbim daha ne kadarını kaldıracak bilmiyorum. gittiği yere kadar götürüyorum ve nedense onca kaçma düşüncesinin altına kendimi sokamıyorum. ne kadar uzağa gitsem de kendimden ne kadar uzaklaşmış olacağım ki? tanrım canım çok yanıyor hissedebiliyor musun?

kaybettiklerimi kazanayım diye, kazandıklarımı da farkında olmadan kaybetmek istemiyorum yine. kendimle savaşmaktan yorulsam da "onlar"la olan savaşımdan yılmadım ve işte bu savaş! bitecek bir şey değil. ben yenilgiyi kabul etmeyeceğim. ölene kadar sürse de bu tantana, özgürlüğüm adına kaldırıyorum tüm düşüncelerimi kılıçtan keskin bir şekilde. zırhsız ve kalkansız daldım meydana. yenilgiyi kabul etmektense, bağımsızlığım adına, savunmasız öleceğim.

tanrım, ben batıyorum çırpındıkça. yardım isteyecek ne gücüm kaldı ne yüzüm.
ve yine aynı şeyi yapıyorum; "susuyorum, duyuyor musun?"

dahaşimdidenözledimbirdahakigelişini

tam da bi alttaki yazı. hatta candancığımın bugün beni deli gibi anlattığı şarkı.
bıkmadan usanmadan dinleyip dinleyip ağlayabilirim bile tüm gece. sadece 1 saat 14 dakika oldu. biydi biydi geçen saat :)
(güldüğüme bakma, hiç de öyle değil aslında)

Nedense?

Dün gece seni sevdiğimi söyleyecektim
Sana ihtiyacım var diyecektim
Nedense sustum
Çünkü sen bundan korkacak kadar özgür
ve korkup benden kaçacak kadar...

Dün gece hafifçe mırıldandın rüyanda
Sonra dönüp gülümsedin uykunda
üstüme alındım
Çünkü ben bundan korkacak kadar tutkun
ve korkup senden kaçacak kadar yorgunum
...

Uzun uzun seyrettim seni uykunda,
saçlarını okşadım.
Sen gözlerini açtın, ben kapattım.
Bütün gece,
Seni sevdiğimi düşündüm
Söyleyemedim sustum.
Nedense sustum.
Nedense sustum.
Nedense sustum...

20 Mayıs 2010 Perşembe

Günebakan (v3)


















yağmura muhtaç bir parça toprak gibiydim hayat bulmak için.
şimdi ise kusursuz günebakan.
her yeni gün,
her bir yaprağımda hissettim güneşin yakıcılığını
buna rağmen,
yine de vazgeçtiğim hiç bir gün olmadı gökyüzünden.
ve artık her daim esen rüzgar!
sen yokken nasılsa, şimdi de aynısı olacak!

İşte ben, hala o mükemmel yazı bekleyen;
kusursuz günebakan.
yüzüm her daim gökyüzüyle barışık olacak!

*jhdfhrthfgthg:

sevinirdim; mutlu gözükebiliyorum diye,
düşünürdüm; gözüktüğüm kadar neşeli, mutlu değilim. neden mutlu gözüküyorum? diye.

18 Mayıs 2010 Salı

Son Günlerde...

ah be külkedisi, onca şeyi değiştirdin de bi çaresizliğine çare bulamadın.

13 Mayıs 2010 Perşembe

:**

tam tamına geçen 2 ay
ve geriye kalan 4+4 gün :)
ve evet özledim

8 Mayıs 2010 Cumartesi

boşa geçirdiğim tüm yaşamım için kayıp zaman istiyorum tanrıdan.

30 Nisan 2010 Cuma

Let's fly to the moon, let's touch the stars...

Fly me to the moon
Let me play among the stars
Let me see what spring is like on a-Jupiter and Mars
In other words, hold my hand
...

Fill my heart with song
And let me sing for ever more
You are all I long for
All I worship and adore
In other words, please be true
...
In other words, in other words
I love ...


(Frank SINATRA - Fly Me To The Moon)

26 Nisan 2010 Pazartesi

















"sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!"

*nzl:

yaz gelsin gidip fotocu olalım

25 Nisan 2010 Pazar

Sana Her Gelişim, Gitmemi Emrediyor En Uzağa








soruyorum hocam.
özlediğim bu koca şehir mi sadece, yoksa içinde yaşayanlar da dahil mi?
bir kenti sevmek içinde yaşayanları sevmekten mi geçer?
yaşanılan şeylerle mi sevilir bi yer?
yoksa sadece o olduğu için mi seversin bir şehri?














başka bir yer söz konusu olunca; içindeki her şey, bana o yeri sevdiren. oysa ben burayı bir başka seviyorum. salt İstanbul seviyorum ben. katıksız... ne kadar uzak kalırsam o kadar çok özlüyorum. uzaklaştıkça anlıyorum değerini. keşke hem bu kadar sevdiğim hem de bu kadar kaçmak istediğim bir yer olmasan. hem içime huzur doldururken hem tüm stresini ve yorgunluğunu bana akıtmasan. üzmesen, sıkmasan ve hiç yormasan yaşamaktan. tarafımdan daha önce hiç böylesine özlenmemiştin. ben sana kaybetmek üzere olduğum kendimi vereyim, sen bana birazcık gönül rahatlığı. sen bana gün doğumları versen ufukta, ben sana içimde batırdığım gemileri, vapurları, tekneleri...
içinde hiç sevmediğim pek çok pisliği barındıran ama bunları önemsiz bulup bi şekilde üzerini tüm ihtişamı ve zerafetiyle örten kocaman, en güzel şehir! keşke hiç yakmasan bu kadar canımı...
ne varsa klasiklerde var arkadaş!
ne o öyle kafana göre bişiler aramalar falan? klasikler her zaman gözdedir. modadır. şıktır. işte bu kadar!
blogumun yeni hali kutlu olsun! :}

24 Nisan 2010 Cumartesi

hayat bazen hayal kaldırmaz,
zorlamakla hayat kurulmaz.
bırakınca her şeyi zamana,
su yolunu bulur mu sonunda?..

23 Nisan 2010 Cuma

Büyüksün Coelho! Büyüksün Üstad!


















-arzular korkularla yer değiştirebilir. bugünlerde çoğu insan nerdeyse tüm duygularının yerine korkuyu koyuyor. herkesin hayalleri vardır, fakat sadece çok azı bunu gerçekleştirebilir, bu da diğerlerini korkak yapar
-hislerinde haklı olsalar bile mi?
-özellikle o zaman!
gelirler, sıkılırlar ve giderler.
işte benim misafircilik oyunum
blogumdan fazlaca sıkılmıştım.
bugün yenilikler yapayım dedim.
dokunmaz olaydım!
(bknz: içine sıçmak)
hayat, o kadar zor mu?
atılır mıyız oyundan, benzemezsek onlara?

20 Nisan 2010 Salı

http://www.veronikadecidestodiethemovie.com

bulalım o filmi artık noğlur!

19 Nisan 2010 Pazartesi

11 Nisan 2010 Pazar

bugün ygsde bi soru vardı.
"dostluklarımı yıpratmadan eskitiyorum" diyordu.
ben de yapıyorum aynını...

8 Nisan 2010 Perşembe

Bübünün Rayında Giden Hayatı

"her şey böyle iyiyken, korkarım nazar değer. aman!!!"

"güzel günler bizi bekler, sadece inan yeter, inan!" dedik aylinle beraber. bizler inandık siz de inanın diyim ayrıca da madem :}
hoş hepsi geçici biliyorum ama olsun yine de. anathema boşuna bana söylememiş temporary peace diye. geçiçi de olsa pek çok şeyin rayında ilerlemesinden ne kadar müteşekkirim. geçici huzuru yakaladığım bu nadir zamanların daha da çoğalması dileğiyle...

5 Nisan 2010 Pazartesi

04/04/10

ağladık, ağlaştık dünyaları kopardık.
farkındayız bugün.
sonrası hep aydınlık!..

03/04/10

bir KIPIR içim bugün durmuyor, yolculuk Ankara
elimde hazırlanmış bavulumla boş dururken, gardayım

31 Mart 2010 Çarşamba

Saat Yine 12ye Vuracak Olsa Da...

artık mutlusun be külkedisi.
yıldızlar değişmiş olsa bile
sen en uzaktakine dahi dokunabilecek güçtesin

28 Mart 2010 Pazar

Bavulları Hep Toplu Durmalı İnsanın

hep başını alıp gidebilecek kadar cesur,
ama hep kalıp savaşacakmış kadar gözü pek olabilmeli...
sessizliği sese dönüştürebilmeli...
ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan
yollarla barışmalı,
yalnızlığa alışmalı...



okur okumaz aklıma hemen "ben" geldim
bana yazmış Can Dündar her bir kelimesini...

19 Mart 2010 Cuma

iyidostlarbiriktirdimhepsiailemoldu

eveeet! biletimi aldım. yetmedi afiş istedim. yetmedi "kulise sokun beni" dedim. sonra domates sularımı, doğum günü hediyelerimi de aldım, şebnemi burnundan öpmeye gidiyorum. hem de her zaman her yere olduğu gibi 'bireysel'.
(bknz: hayatın her alanında bıkmadan usanmadan satış yiyen bübü)

15 Mart 2010 Pazartesi

Günebakan (v2)

uyandı toprak, açıldı gökyüzü ve gülümsüyor uzaktan da olsa güneş yüzümüze...
dünya bi başka güzel görünmüyor mu gözlerimin içinde? hele ki cahit sıtkı demiyor mu "gök mavi mavi gülümsüyordu, yeşil yeşil dallar arasından" diye. önüme gelen her insana ezberimden şiirler okumakla geçirdim serin fakat güneşli bu güzel bahar gününü
bu bahar başka bi bahar...
ve bu da son aşama.
hazır gelmiş baharın üzerine alışkanlıklar da eklendi sayılır
ve işimiz bi kaç şarkıyla bir kaç şiire kaldı.
sonrası en güzeli...

Viyolonsel Yalnızlığı

...
yaşamak oldum olasıya böyle zor.
özgür olmadı mı insan yaşayamıyor.
boylu boyunca viyolonsel yalnızlığı...

(Attila İLHAN)

14 Mart 2010 Pazar

Temporary Peace (yineyeniyeniden)

veeee beklenen gün geldi açtı laleler beyaz...
baharı yakaladık sonunda. biraz olsun dün güneş yüzümüze gülümseyebildi niyahet!
belki de görebileceğim pek çok günden en güzeliydi dün. fakat aynı günün gecesi yine aynı. yine aynı his, aynı boşluk duygusu, ölüm sessizliği...
kabul!
geçici huzurdan ötesi değildi görüp görebileceğim.

"Deep inside the silence
Staring out upon the sea
The waves washing over
Half forgotten memories
Deep within the moment
Laughter floats upon the breeze
Rising and falling dying down within me

And i swear i never knew how it could be
And all this time all i had inside was what i couldnt see
I swear i never knew how it could be
All the waves washing over all that hurts inside of me

Beyond this beautiful horizon
Lies a dream for you and i
This tranquil scene is still unbroken by the rumors in the sky
But theres a storm closing in
Voices crying on the wind
This serenade is growing colder breaks my soul that tries to sing
And theres so many, many thoughts
When i try to go to sleep
But with you i start to feel a sort of temporary peace

Theres a drift in and out..."

13 Mart 2010 Cumartesi

Gününüzü Anlatan Şarkı Sözü veya Kesitleri (v1575)

güzel günler bizi bekler
sadece inan yeter,
inan!
içimde güzel bir his var.
kelebekler, martılar filan..

hayat rengini buldu,
beklediğime değdi,
ne güzel oldu.

herşey böyle iyiyken
korkarım nazar değer,
aman!

ilk kez çarpılmış gibi,
umutluyum şu hain dünyadan

hayat rengini buldu
beklediğime değdi
ne güzel oldu

sen en güzel halinle gel,
gerçekleşmemiş hayalinle gel!
gel! güneşli bir günle gel,
elinde çocukluk bir resminle gel!

hayat rengini buldu
beklediğime değdi
ne güzel oldu...

11 Mart 2010 Perşembe

Martı - Jonathan Livingstone


"yaşamak için ne çok neden var! balıkçı teknelerinin etrafında o rutin, sıkıcı dönüp dolaşmadan başka nedenler de var yaşamak için. cehaletimizi kırabiliriz, becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekamızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. en önemlisi, özgür olabiliriz, uçmayı öğrenebiliriz!.."






diğer bir dostumu da takdim edeyim; jonathan. onu tamamen içimde yaşatıyorum. ruhumda... içimdeki küçük jon'un hiç ölmemesi dileğiyle...

bu aralar başucu hikayelerime geri dönüşteyim. küçük prens ve onun arkadaşı jonathan livingstone'da kaldım şimdilik. insan arıyor arada. küçük prens ve martının yeri bambaşka nedense. sözde çocuk kitapları olsalar da ben çocukken okumadım onları. zaten bi çocuğun da bunları idrak edebileceğini pek sanmıyorum. en azından ben o kadar zeki bi çocuk değilmişim de diyebiliriz. ama ben buna pek inanmıyorum o da apayrı bir şey tabi ki :}

en sevdiklerimden;

"Yola çıkanlarımızın çoğu çok yavaştı.Nereden geldiğimizi hemen unutup, nereye gittiğimizi merak bile etmeden, günü birlik yaşayarak birbirinin çoğu kez aynısı olan şeyi yaptık; bir dünyadan gelip, diğerine gittik. Yemekten, birbirimizle mücadele etmekten, sürüye gücümüzü kanıtlamaya çalışmaktan daha başka yaşama nedenleri olduğunu öğrenmek için kaç yaşamdan geçmek zorunda kaldık,bir fikrin var mı Jonathan? Binlerce Jon, onbinlerce! Ardından, mükemmellik diye birşeyin varlığını farkedene kadar yüzlerce yaşam daha... Yaşama amacımızın mükemmeli bulma ve onu açığa çıkarma olduğunu anlamak için bir diğer yüzlercesi daha yaşandı. Şimdi de aynı kural geçerli, tabi ki diğer dünyayı bir öncesinde öğrendiklerimizle kurarız. Fakat hiçbir şey öğrenilmemişse, sonraki yaşam öncesinin aynısı olacaktır; aynı sınırlar ve kazanmak için yüklenilen aynı sıkıntılar..."

"-Cennet diye bir yer yok mu?
-Evet Jonathan, böyle bir yer yok.Cennet bir yer,bir mekan değildir, bir zaman dilimi değildir. Cennet öğrenmektir, mükemmelliktir."

"Rakamlar sınırları belirler; iyinin, mükemmelin sınırları yoktur."

"Dostluğumuz eğer zamana ve mekana bağlı olsaydı, ne kalırdı geriye? zaman ve mekanla sınırlı olmayanı yaşıyoruz biz. uzaklığı yenince hep aynı yerdeyiz, zamanı yenince hep aynı anın içindeyz. böylece her an birlikte olacağımızı düşünmedin mi?"

"Herşeyden önce şunu unutmayın ki dedi hüzünle, bir martı sınırsız bir özgürlük kavramıdır. Yüce martının bir görüntüsüdür. Ve bir kanadından öbürüne, tüm bedeniniz düşüncenizin ta kendisinden başka bir şey değildir."

10 Mart 2010 Çarşamba

Le Petit Prince

işte benim küçük sevgili dostum. 5752453452. kez bıkmadan usanmadan okuduğum bu güzel dostumla bu gün yine beraberdik. kelimesi kelimesine ezberleyeceğime inanıyorum :} biraz uzun bi alıntı olsa da pek severim bu kısmını. ilk okuduğumda beni gözyaşları içerisinde bırakmıştı. küçük dostum hiç ayrılma gökyüzümden!



















...
“En önemli şeyi gözler göremez” dedi.
“Evet, biliyorum...”
“Su için de aynı şey geçerli. Makaranın çıkardığı sesi hatırlıyor musun? İşte tam da bu makara ve ip yüzünden, bana verdiğin bir yudum su müzik sesi gibi güzeldi. Çok tatlıydı...”
“Evet, biliyorum...”
“Geceleri yıldızları izlersin. Benim yaşadığım yerde her şey o kadar küçük ki, sana gezegenimi gösterebilmem imkansız. Ama böylesi daha iyi. Çünkü içlerinden birinde benim yaşadığımı bileceksin. Hepsini seveceksin. Hepsi senin dostun olacak. Ve sana bir hediyem var...”
Bir kez daha güldü.
“Ah, küçük prens! Benim sevgili küçük prensim. Gülüşünü duymak çok güzel!”
“Aslında benim hediyemdi bu... tıpkı su için olduğu gibi.”
“Anlamıyorum...
“Yıldızlar, başka başka insanlara farklı şeyler ifade ederler. Bazıları için sadece gökyüzünde titreyen ışıklardır. Yolcular içinse, bir rehberdirler. Bilim adamları için fikir kaynağıdırlar. Şu benim iş adamı içinse zenginlik. Ama herkes için sessizdirler. Sen hariç...”
“Ne demek bu?”
“Geceleri gökyüzüne baktığında, yıldızlardan birinde benim yaşadığımı ve orada gülüyor olduğumu bileceksin. Bu yüzden sana sanki bütün yıldızlar gülüyormuş gibi gelecek. Bütün dünyada yalnızca senin gülen yıldızların olacak.“
Ve bunu söyledikten sonra yine güldü.
“Ve üzüntün geçtiğinde – çünkü zaman bütün acıları iyileştirir- beni tanıdığına memnun olacaksın. Daima benim dostum olarak kalacaksın. Benimle birlikte gülmek isteyeceksin. Be zaman zaman, sadece bunun için gidip pencereyi açacaksın... Gökyüzüne bakarken güldüğünü gören arkadaşların buna çok şaşıracaklar. Sen de onlara: “Ah, evet, yıldızlar beni hep güldürürler” diyeceksin. Onlar da senin deli olduğunu düşünecekler. Görüyorsun, sana ne kadar kötü bir oyun oynadım...”
Ve bir kez daha güldü.
“Aslında ben sana bir sürü yıldız değil de, kahkaha atabilen bir sürü zil vermiş gibi oldum.”
Yine güldü. Sonra ciddileşti. “Bu gece... biliyorsun... gelme...”
“Seni bırakmayacağım.”
“Dışarıdan acı çekiyormuşum gibi görünecek. Ölüyormuş gibi görüneceğim. Bunu görmeye gelme. Hiçbir işe yaramaz bu...”
“Seni bırakmayacağım” dedim Endişelenmişti.
“Sana böyle söylememin nedeni, biraz da yılan yüzünden. Sana zarar vermemeli... Yılanlar hain yaratıklardır. Zevk için insanı sokabilirler.”
“Seni bırakmayacağım” dedim.
Sonra birden rahatladı. “Yılanlar sadece bir kez zehirleyebilirler, öyle değil mi?” dedi.
O gece yola çıktığını görmedim. Sessizce ayrılmıştı. Arkasından koşup ona yetiştiğimde, hızlı ve kararlı adımlarla yürüdüğünü gördüm. Bana:
“Ah! Buradasın...” dedi. Ama sesi hala telaşlıydı.
“Gelmemeliydin. Üzüleceksin. Öldüğümü sanacaksın, ama gerçekte ölmüş olmayacağım.”
Sustum.
“Anlaman gerekiyor. Orası çok uzak. Bedenimi oraya götüremem. Bunun için fazla ağır.”
Hiçbir şey demedim...
“Boşalmış bir deniz kabuğu gibi kalacağım...Bunda üzülecek bir şey yok...”
Cevap vermedim...
Bir parça cesareti kırılmıştı. Son bir gayretle: “Biliyorsun, çok güzel olacak. Yıldızlara ben de bakacağım. Bütün yıldızlar paslanmış makaraları olan birer kuyu olacak benim için. Hepsi bana içecek su verecekler” dedi.
Hiçbir şey demedim.
“Çok eğlenceli olacak. Senin beş yüz milyon tane küçücük zilin olacak; benimse beş yüz milyon su kaynağım...”
Ve artık o da hiçbir şey söyleyemedi, çünkü gözleri yaşlarla doldu. “İşte burası. Bırak yalnız devam edeyim.”
Oturdu, çünkü korkuyordu. Sonra:
“Biliyorsun... Bir çiçeğim var... Ona karşı sorumluyum. O öyle narin, öyle masum ki... Kendini koruyabilmesi için sadece dört küçük dikeni var...”
Ben de oturdum. Daha fazla ayakta duramamıştım.
“İşte...” dedi, “Hepsi bu...” Biraz tereddütten sonra ayağa kalktı. Ben hareket edemedim.
Ayak bileğinin çevresinde sarı bir ışık vardı, başka hiçbir şey yoktu. Bir an hareketsiz durdu. Hiç bağırmadı. Bir ağaç gibi, yavaşça düştü yere. Yer kum olduğu için, düşerken en ufak bir ses bile çıkmamıştı.
...

tamamı için: tamamı için: http://www.kucukprens.org/index.php

9 Mart 2010 Salı

Yağmur Güncesi (yağ yamur yağ!)














buralarda havalar bi değişik
gökyüzü bir başka yansıyor gözlerimin içine bu aralar.
sapsarı her taraf...
bulutlar desen hep parça parça.
bir birleşebilse, bir yağabilse rahatlayacak ziyadesiyle.
en güzel aydınlıkla buluşacak her hali ruhumun..
ahh, bir yağsa...
bir atsa ne varsa...

15 Şubat 2010 Pazartesi

Keneret















her zaman yaptığım gibi yine bi tarafımdan uydurduğum kelimeleri googleda aratırken güzel bi yer buldum. kelime "keneret"ti. ibraniceymiş bu kelime. ingilizcede galilee, türkçede ise celile demek. "Antik Filistin'in kuzey bölgesi. Şeria (Ürdün) Nehri'nin batısında kalır. Modern İsrail'in kuzeyindedir. İsrail topraklarının üçte birine tekabül eder. Yukarı Celile, Aşağı Celile ve Batı Celile olmak üzere üç bölgeye ayrılır."

ayrıca kenereti görsel arattığımda da baya sulu fotoğraf çıktı. keneret gölü de varmış. hatta diğer isimleri; Taberiye Gölü, Celile Denizi, Celile Gölü ya da Kinneret Gölü "İsrail'de bulunan bir göldür. Lübnan'dan gelen Litani Nehri tarafından beslenmektedir. İsrail'in su ihtiyacı büyük oranda bu gölden karşılanmaktadır. Yaklaşık 53 km kıyıya sahip ve karşılıklı uzak noktalarından 21 km / 13 km genişlikteki İsrail'in en büyük tatlı su gölü. Haritalarda deniz seviyesinden 209 metre aşağıda gösterilen gölün yüzeyi, Lut Gölünden sonra dünyanın en alçak II. noktası ve aynı zamanda dünya üzerinde en derinde bulunan tatlı su gölüdür."
yine boşluk hissi, yine o soğukluk, yine yokluk ve uzaklık...
her şey uzak
ben istemediğim halde, en az benim istediğim kadar!

4 Şubat 2010 Perşembe

Viyolonsel ve Ben


















viyolonsel ve ben
bir çiftin hikayesi .
henüz başlamamış olandan,
hiç bitmeyecek olana giden bir film şeridi.

Filmin iki oyuncusu;
viyolonsel , ben
ve
ben , viyolonsel...

Bir oyunun karmaşası.
Ara mesafedeki uzaklık ve yakınlık çıkmazı.

Perde arkasındaki tutku,
Tutkunun perdeye direnişi,
Direnişin perdeye tutkusu...

Var oluşla yok oluşun,
tutkuyla direnişin,
netlikle bulanıklığın mücadelesi.

Hiç bitmeyecek olandan,
henüz başlamamış olana giden bir film şeridi...


Anıl ERASLAN

1 Şubat 2010 Pazartesi

kayanherbiryıldıziçinyalnızcabirdilekttumben

günden güne çürüyor gökyüzü bahçem.
ve bir taraftan kaybolan yıldızlar... kimileri ara ara var, çoğu zaman yoklar...
ve git gide kararan bu gökyüzü...
unutuyorum artık gülümsemek için gökyüzüne bakmayı. çünkü baktığım an aradığımı görememe korkusu yerleşti içime. gülümsemek hayal oluyor gökyüzüne. her yeni gün ya birisi daha kayarsa korkusu...
incecik bir iple asmışım meğer her birini gökyüzüne.

ve yavaş yavaş yaşlı bir ağaç altında, sakin bir gölge ilişiyor gözüme. rahat gözüken ama bi o kadar da güneşten uzak, serin ve yalnız...

Gölgeydi Aslında Yaşadığım Alan

paranoya paranoya demiştim ya geçenlerde. işte ben biliyordum demeden olmaz...
birilerinden nefret ettiğim aşikar. elimden geldiği kadar uğraştım sevebilmek için. beni bu denli yok sayacak insanları nasıl sevebilirim ki? ve hala anlamıyorum neden bu denli benim yargılandığımı? hırsızın hiç mi suçu yok pekiyi? insanlar için oturduğu yerden konuşmak ne kadar da kolay oysa. gülüyorum sadece diye bi yerlerden problem uyduruyor, şımarıyor gibi mi görünüyorum ki? bilakis hiç şımartıldığımı bilmem ben. umursamadığın birini ne kadar şımartabilirsin ki?

oysa ben iki şey arasında gölgedeydim hep. rahat gözüken ama bi o kadar da güneşten uzak, serin ve yalnız...

ne bilirler ki sorsan hakkımda. bir anı? belki küçük bir an?.. hepsi bir yana bir fotoğraf belki?.. işte her şey bir yana gitmek üzere yaşanılıyor dünyamın bu tarafında. geriye bırakılacak, hiç olacak 20+x yıl var önümde... yeni bir denklem x yıl sonunda belli olacak ve eşiti yalnızca ∞ olacak! daha ne kadar inanabilirim? ne kadar tutabilirim bu büyük umudu içimde? böyle bu korkuyla geçen 20 yıl... ve geçecek x yıl daha...

aynı acı, aynı hüsran ve hiç yaşanmamışçasına devam etmek zorunda olan bu yaşam...

Günebakan















İşte ben, hala o mükemmel yazı bekleyen;
kusursuz günebakan.
toprakla iç içeyken bile güneşle göz göze...
yüzüm her daim gökyüzüyle barışık olacak!

31 Ocak 2010 Pazar

Yenik Düşer Diye...

Daha,
Sorulur mu hiç kader, daha?
Biçtiğin yarın nedir? merakla beklerim

Daha,
Yorulur muyum sanıyorsun?
Geçtiğim o üç beş aşk ile biraz acı

Daha,
Çok olmalı,
Yok olmalı,
Yeter mi bu acı?
ah bu acı

Daha,
Yetmiyorsun, yetmiyor, daha
Yenik düşer diye, bekleme boş yere

Daha,
Vazgeçer miyim sanıyorsun?
Geçtiğim harabeler hala ayaktalar

Daha,
Çok olmalı,
Yok olmalı,
Yeter mi bu acı?
ah bu acı...

Candan ERÇETİN - Daha (Hazırım)

19 Ocak 2010 Salı

Bir Tuhaf Paranoya

bu aralar böyle çok tuhaf şeyler dönüyor etrafımda.
geçmişten hortlayan bir sürü insan...
söylediğim kötü şeylere karşı anlayış gösterilmesi falan...
çok korkuyorum açıkcası ben. bir de böyle ağzımdan ne çıksa oluyor ya ona da şaşırıyorum. keşke hemen şu olsa diyorum anında oluyor. ya da ne biliyim analitik kimyadan kalıcam dedim kalıcam bence.. bir dakika ya o iyi bir şey değildi ki...

velhasıl kelam her şeyin rahvan gitmesi korkutmuştur beni hep. fırtına öncesi sessizlik kokusu alırım ben. hımmm bak koku demişken üç gündür küf kokusu alıyorum ama bu koku çevrede yok, sadece burnumun ucunda var. bu da çok korkutuyor beni. bu da bi işaret olabilir belki. neyse artık hayırlısı diyelim, hayırlısı olsun diyeceğim ama umudum yok pek. çevremde olan olaylardan bile haz alamıyorum sonrasını düşünerek, yok böyle bir şey!

18 Ocak 2010 Pazartesi

Deja Vu

01:01 telefon çalar...
numarayı tanımak uyku haliyle biraz zorlasa da, zamanla anlaşılır...
aman tanrım!
nasıl da özlemişim ben oysa; kulağımda duymaya alışkın olduğum o sesi...

17 Ocak 2010 Pazar

Her Şey Yenilenir...

Ölümden sonra hayat var, gördüm.
Kaç kere öldüm.
Kalbini mi kırmış,
Kim kırmış?
Ne yapmışsa unut!

Geçmişi bırak, yoluna bak!
Her şey yenilenir.
Hayat geri gelir,
Arkadaşlar geri gelir,
Aşk geri gelir...

Aylin ASLIM - Aşk Geri Gelir (Canını Seven Kaçsın)

11 Ocak 2010 Pazartesi

Güzel Bir Günün Uğruna...
















değiştirdim çünkü,
çünküsünü bilmiyorum canım istedi
söyleyecek ne bıraktı ki bize?..

2 Ocak 2010 Cumartesi

Happy New Year!

aslında şunu diyeyim; başka bir şeyler karalamaya girdim buraya ama, 2010'a girdik malum, onla ilgili bi konuşma yapmadan olmaz!
hemen başlıyorum;
+yeni yıla nasıl girdim?
-uyuyarak...
+nerede?
-tabi ki yurdumda...
+kiminle, nerede?
-İsis, barbunya ve ben pek sevgili bazamızda....
+yeni yılın ilk kahvaltısında ne yedim?
-simit, peynir, çay...
+yeni yılın ilk günü nasıldı?
-bisiklet, rüzgar, çay, güneş, simit, apocalyptica, park, peynir, İsis, uyku... kesinlikle harika, huzur dolu...
+yeni yılın ikinci günü naıldı?
-yorucu, heyecanlı... kargalar kahvaltısını yapmadan günü bitirmek üzere olduğumu farkettim...
+yeni yılın üçüncü günü?
-yok artık!
neyse böyle işte gereksiz bi şey yeni yılmış falan bilmem neler. girdik bitti!
işin özü; 2009'u attık çöpe gitti. 2009 bana, ben 2010'a girdim...
neyse efendim; herkese musmutlu, kupkutlu seneler, milli piyango, çekiliş, sağlık, huzur, barış dolu bir dünya falan... ana fikir bu, evet! :}